Eşkıya pusularında bir şehir adı Diyar-ı Bekir
Tabutlara saklama gülüşümü
İstiridye kabuğuna sığmaz Cesaretle topladığımız gökyüzü, Eşkıya pusularında bir şehir adı Diyar-ı Bekir Sabah ayazında geçilemedi köprülerin öbür yanı, Kirli zaman sularından arınmış öbür yan Öbür yana yol darağacından İstanbul’da bir akşam kovalıyorum Üsküdar’dan Galata’ya Kulağıma küpe diye taktığım çığlıklar dökülüyor vapur iskelesine Düşürdüğüm çığlıklar yıldız eskitirken gökyüzünden, Eski otobüslerin içinde geniş parklarına çekiliyoruz kuytuların Bu nasıl şey menzili kesilmiş zerrede derya bulanların Tabutlara erteleme Hüzzam sessizliğinden aşırdığım sevinçlerimi Kötüye yorma deliler bahçesinden İndirdiğim düşlerimi, Hani gemileri toplamıştım yastık altında, Yanımda yol arkadaşım çıkmıştık Cudi dağına Tepemizde gezinip dururken tufandan kurtulan gemi Al beni, beni de al diye bağırmıştık hani Sonra yanık harman kokuları arasına sakladığımız yüzlerimizi ararken Fırat başını kaldırmış öfkesini üstümüze kusarken, Dicle etten, tırnaktan canları içimizden sökerken, Sığ sularda öldürmek istemiyorum kefenimi yırtmış kuşları Darağacında yakmıştık ufka açılan son neferi, Ah dilim öyle söyledi. Keşke son olsaydı, darağacından ötelere açılan kapı . Üşümenin kıyısında bir yanardağ kalmamış gezilecek bir yer, Güneşi nasıl büyütmeli fırtınalar öksürürken zaman, Hadi yükleyin tabutumu sırtıma geçip gideyim bir iğne deliğinden Devede geçer iğne deliğinden, filde, kervanda, Gökyüzünde dolaşıp durdu kendine mezar arayan ölüler, Tersinede aktı nehirler, kanda içti su yerine bebeler, Karanlığın ağrıyan yanlarına kalem cerrah olurken, Sıra serviler içinde bir İstanbul büyür kimlere. |