Kaçak / On Dokuz-Seksen BeşŞiirin hikayesini görmek için tıklayın Her şiir hikâyesini kendi dizelerinde taşır. Ya da taşımalıdır...
sıkı sıkı edilen bir yemin kadar yalan
gümüşi parıltıları dilde yankının ardı kaçıyorum… söğüt on dokuz-seksen beş / söğüt on dokuz-seksen beş evet benim-buyurun-dinliyorum merkez biliyorum-evet-tanırım kaçağı biliyorum-evet-büyüdüm artık / bırakmalıyım bu şakaları ama içimde dört nala ilerleyen maskeli atlıların çılgınlığı… tamam-bırakıyorum laf ebeliği yapmayı tabii-sorun bana bilirim en karanlıkları evet-sorun bana bendim tabii / çıkaran çakısıyla hani / o fevkalade yangınları sus-pus oldu önce kentler sonra sırasıyla sarı-turuncu ve kırmızı / yalazlar yaladı yüzümüzü iyi dinleyin lütfen bakın bu ince sızılar bakın bu günahlar bakın bu yalanlar evet-tüm bunlar / yarım bırakır insanı yani bir gemi için neyse pruvası / ya da dünya için ekvator çizgisi olmadı bir kelebek için kozası işte o olmayan şeydir / insan için hayatın başlangıç noktası başlangıçlarıma bölünüyorum söğütten merkeze-söğütten merkeze inançlarıma saldırılmamalı pardon efendim-tabii-evet-anlaşıldı tadında bırakmalı ama siz gene de sorun bana bilirim en koyuları sorun bana bendim o harami / kesen çakmağıyla hani / bütün şehirlerarası yolları önce sus-pus oldu yolcular sonra kırmızı üzerine kırmızı / ve gene kırmızı kanlar yıkadı yüzümüzü ben söğüt on dokuz-seksen beş evet efendim-tanırdım kaçağı başlangıçlarına bölünürken görülmüştü en son yani neresiyse hayatın başlangıcı / zanlıyı işte orada aramalı… evet-tanırdım-bir tuhaf zamandı eşkaller bir daha asla o an olduğu kadar fiyakalı olmayacak -telefonlar bir daha asla o gün çaldığı gibi (heyecanlı ve sabırsız) / çalmayacaktı (gene de olay görgü tanıklarına da sorulmalı bugünlerde zanlılara inanmak oldukça zorlaştı) evet efendim-dediğim gibi-tanırdım kaçağı bir karmaşık andı dilde gümüşi parıltılardı yankının ardı bilinen her şey sıkı sıkı edilen bir yemin kadar yalan -bilinen her şey bilinmeyen bir tehlike kadar muğlaktı durduğu için hayal gücü / düş kurmak yasak… (ben söğüt on dokuz-seksen beş / ben söğüt on dokuz-seksen beş dinleyin-tekrarlıyorum merkez) evet-durduğu için muhayyile / düş kurmak yasak -mutluluk ıraktı alt edilmesi gereken hasımlar vardı yangın henüz tüm ülkeye sıçramamış -henüz tüm yollar tutulmamıştı azılı bir harami ve kundakçıydım ben dinleyin-tanırdım kaçağı zaman fazlasıyla saçmaydı yeryüzü atomlarına ayrılır -gökyüzü hüzün kusardı dinleyin-bir vakitsiz zamandı kâh harami olur yolları keser / kâh kundakçı olur kentleri yakardım telsizlerinize dadanan parazitleri ayıklardınız siz / koynunuzda yakayı ele verme telaşı ben kaçardım her soruşturmada geçerdi adım / cebimde kayıp çakım ve çakmağım iyi misiniz diye sorar -haklısınız der susardım benim merkez / söğüt on dokuz-seksen beş hani meşhur harami ve kundakçı evet-itiraf ediyorum-yazın göğsümde bahar yorgunu kuşlardı ince sızım ve bir avuç yaşam yankısıydı / kaçayım derken on ikiden ıskaladığım evet-yazın ne haramilikten ne kundakçılıktan süslü cümleler kuramamaktandı / onlarca kez zan altına alınışım sorun bana tanırdım elbet kaçağı karnında ilk işinden kalma zehirli bir sızı / sırtında haramilikten hatıra çifte kurşun yarası sorun bana elbette bilirdim kaçağı müthiş provokatör absürt Mesih-yalancı peygamber iki numaralı kelle avcısı şuncacık kalmıştı yok etmesine yaşamınızı yaman vuracaktı / durdurmasaydı dikenli parmaklarını / gün yüzlü bir anne hatırası evet-sorun bana tanırdım kaçağı ben müthiş harami-azılı kundakçı siz telsizlerinde parazitleriyle / elleri kirli ecinni tayfası şuncacık kalmıştı yok etmeme yaşamınızı evet-sorun bana bir ilkel zamandı yıl on dokuz-seksen beş tüm yollar kapalı telefonlar heyecanlı-sabırsız eşkaller hiç olmadığı kadar fiyakalı kalplerde derin bir pişmanlık caddelerde huzursuz kalabalıklar gök bilince kapalı yeryüzünde seyyar satıcıların bütünlükten uzak sakat aşkları evet merkez-ben on dokuz-seksen beş dinleyin-bir eksik zamandı-tuhaftı çocuklar yaramaz-kadınlar çıplaktı siyah gözlüklü iri-yarı adamlarla kaplı bir sahnede dibine kadar siyaha gömülü -evet şık ama göbekli- tek tip beyler içinde (bıyıklar kısa-saçlar yağlı) / görür gibi olmuştum kaçağı (evet-ölüm vardı gözlerinde gözlerimde gümüş rengi parıltılardı yankının ardı) ben on dokuz seksen beş evet-sorun bana bilirim içinizdeki en saklıları bu acılar çünkü bu yaralar bakın bu kaçışlar evet-tüm bunlar / bütünler insanı yani neyse bir harami için çakmağı / ya da yavrusu için annesi olmadı bir kundakçı için çakısı işte o fevkalade şeydir / beşer için hayatın mânâsı merkezden söğüde-merkezden söğüde bırak saçmalamayı pardon merkez-anlaşıldı ben on dokuz-seksen beş elbette tanırdım kaçağı müthiş provokatör kundakçı Mesih-sahte peygamber yolları kesip kentleri yakan hani parazit ayıklarken telsizlerinizden / siz sevgili köstebekler… yıl on dokuz-seksen beş yollar kapalı telefonlar heyecanlı-sabırsız eşkaller fiyakalı bir başka ay gökte yeryüzünde seyyar satıcıların bir acayipleşen sevda şarkıları dinleyin-göz gözü görmez bir zamandı-tuhaftı diyelim ki vakitlerden yatsıydı çocuklar haşarı-kadınlar üryandı siyah gözlüklü iri-yarı adamlarla kaplı / evet-şık ama birbirinin aynı-göbekli beyler içinde bir sahnede / görmüştüm kaçağı (bıyıkları kısa-saçları yağlı) bir acayip zamandı (şuncacık kalmıştı yok etmeme yaşamınızı) gülümsedi çakmağı elinde parıldadı (vakitlerden yatsı) sonra bir adam -evet göbekli ama şık- (benzerlerinin tekrarı) yuvarlandı yere / hiç olmadığı kadar ölü şaşkın ve çığlık çığlığaydı haşarı çocuklar çabucak giyindi üryan kadınlar aşıp siyah gözlüklü iri-yarı adamları / çevrelediler ölünün etrafını ben kaçıp saklandım çakmağım parıldadı-söndü ve tekrar parıldadı dinleyin merkez / ben on dokuz-seksen beş bir karmaşık andı-tuhaftı kendimi gördüm ölüydüm çevremde gözü yaşlı kadınlar ve şaşkın çocuklar vardı unuttum bir an söğüdü meşe oldum önce / ve sonra annem / ve sen oldum birdenbire / senin gözlerinle bakabilmek için ölüme… meşeden merkeze-meşeden merkeze siz parazit peşindeki sevgili köstebekçikler susturun korkularınızı ben meşe on dokuz-seksen beş yazın lütfen-son arzumdur bu hani birleştiğinde ellerimiz hani varla yok arasıyken bedenlerimiz hani mimli bir kahverengilik varken gözlerinde hani öfkesini her kustuğunda yüzüme hani her öptüğümde onu ölesiye hani her hapsettiğinde beni mimli bir kahverengiye hani geçtiğinde isimlerimiz küflü telsizlerinizde bilsin isterdim / onu ne çok sevdiğimi ve bil isterdim / ne çok yandığını gözlerimin / seni her düşlediğimde… evet merkez ben meşe on dokuz-seksen beş azılı harami hani müthiş kundakçı / tanırsınız… evet merkez ben on dokuz-seksen beş düşlüyoruz şimdi / son kez… Ağustos Yirmi On – Ekim Beş / Ağrı-Ankara |
sevgiler