"Şiirsel Düzyazı" dediğim şiir tadındaki dizelerimde, şunu hedef edindim: Ya gerçek bir yaşamın özünü yansıtacağım, ya da derin bir araştırmaya dayalı bir konuyu tema edineceğim... "Dağdan Gelen Kız" başlıklı dizelerimde de, gerçek bir yaşam öyküsünün özünü vur-gulamak istedim. Romanını da kaleme aldığım bir yaşam öyküsünün, sadece bir militan kızın hatıra defteri ve pişmanlık duygularına bağlı kalmadan, konuyu araştırdım. Yaşanmış ve gerçek bir yaşam öyküsünden yola çıkarak kaleme aldığım ve sonları-na doğru geldiğim Kod Adı: Rojda adlı romanıma konu olan Feride^nin, annesine yaz-dığı ve "hatıra defteri" denebilirse, kemer altına sığdırarak yanında taşıdığı bir not defterine düştüğü; "Ömrümün en güzel ve en şerefli zamanlarında, ömrümün en rezil öyküsünü yazdım ana! En rezil öyküsünü yazdım!... … Beni affeder misin bilemem… Bari sütünü helâl et ki, yattığım bir meçhul yerde olsun, huzur bulayım bari… Kızın Feride (Kod Adı; Rojda)" sözlerinden, gerçekçilik ve pişmanlık duygularının en temizinin yansıması adına, "etkilenmedim" diyemem...
İşte, bu duygularda kaleme alınmış "Dağdan Gelen Kız" başlıklı dizelerimin, şiir tadında terennüm edilmesi dileklerimle... M.C.S.
"Ömrümün en güzel ve en şerefli günlerini yaşama zamanında, ömrümün en rezil öyküsünü yazdım anne!...” deme onurunu gösteren o militan kızın anısına…
DAĞDAN GELEN KIZ
Ayaklarımda kan izleri ve bir pişmanlığın derin çizgileri gezinirken yanaklarımda, kimseleri bulamadım yanımda… …
Kayalıkları arasında yitirdiğim düşleri, arama fırsatım da olmamıştı çıktığım dağlar-da... Yitirdiğim hayâllerimi de aramaya yönelmemiştim o küf kokulu mağaralarda ve de her köşesi, bir pislik yuvası olan onuru kirletilmiş kayalıklarda… Pişmandım… Aldatılmışlık ve aldanışlığımın ikileminde, başım hep önümdeydi. Ki nelere isyan etmiş, hangi duygularda birilerinin aleti olmuş ve nelerle kendimi yemiştim. Ve dönüp gelmiştim… … …..
Kapadım tüm kapılarımı cümle âleme. İstedim ki, bir daha arayanım da olmasın, soranım ve aldıranım da… Oralardayken, zaten kimseler de acımamıştı bana… Hayâllerim de çürük çıkmıştı, bir dava adına beni aldatanlar da. Ben, o davadan da ürkmüştüm… … …..
Duygularıma yenik düşmüşlüğün ve aldanmışlığın çıkmazında çıktığım ve yüreğimin “git” dediği yere kadar gittiğim dağlarda, ne bir gerçek sevenim ve ne de bir candan yananım vardı yanımda.
Anamı da çok aramıştım aslında... Hele de hasta düştüğüm ve baş ucumda bir tas çorba, yarım bir dilim limon parçacağını gözlediğim zamanlarda...
Oysa yıkıp geçmiştim çok şeyi... Artık çiğnemişliğin ve aldanmışlığın girdabında, kime hizmet etmenin şuursuzluğunda nefes bile almakta çok zorlanıyordum o kahrola-sı mağalarda.
Ve çiçek yüklü bir geçmişin, reyhan kokulu esintisini hayâl ediyordum, bir lokma ekmeği minnetle yediğim zamanlarda...
Hep yalnızlığı, hep insanlık dışılığı yaşadım oralarda… ...
Ne kâbus dolu gecelerde gözyaşımı silen vardı yanı başımda ve ne de başucumda bir teselli edenim. Bir acı deryası, bir ihanet cuntası ve bir cinnet tabyası vardı ki her bir yanımda, ne yana dönsem pislik, ne yöne gitsem bir abluka ve beni bitiren bir korkunç şerefsizlik… ...
Bu, ben olmamalıydım... Yakışır sanmıştım yüreğimi o dağlara, ama yakışmamışım. Neye hizmet ediyorduk bilemiyordum. Ve hangi amaca?... Ve elime verilen keleşle çekilen resmimi, yüzüm seçilmesin diye, alnımdan çakıvermiştim uğursuzluğumuzla kuruttuğumuz bir ağaca.
Oynanan oyunun, bir oyuncağıydım aslında dağlarda. Ve bence, oynadığım oyunun adı da; “kucaktan kucağa…” … .....
Pişmanlık, geçmişimden kalan kan izlerini silmese de ayaklarımdan ve mazide kalan karanlık günlerin resmi kazılı dursa da yanaklarımda, pişmandım…
Dönüp gelmiş olmak da, kurtarmıyordu beni... Ne aradığım geçmişi bulabiliyordum pecere aralığından baktığım gezindiğim sokaklarda ve ne de, çeyizlerime sarıp sar-malayıp sakladığım hülyalarımı bulabildim çeyiz sandığımda...
Yarım kalan hatıralarımı yazmak, alnıma bir kurşun sıkmadan, adını anmaktan korktuğum o eski yürek yangınıma, “ömrümün en rezil öyküsünü” yazıp bırakmak üzere, dört duvar odalara kapandım… ...
Barakların en yürek kanatını, hüzzam şarkıların en hüzzamını ve uzun havaların en soluksuz olanını dinledim gecelerce. Ve unuttuğum gülmelerin, kırıntısını aradım bulurum umuduyla köşe bucak saatlerce...
Ne geçmişten kalan kırıntılarında hayat belirtisi kalmıştı çocukluğumun ve ne de onurlu kokusundan bir nebze vardı binlerce hayâl süslü gençliğiminden... ...
Adına: "Son Mektup" dense de yazacaklarımın, hayata son direnişle bunu yapacaktım... Ve... Yazmaya başladım... … …..
Ve bir akşam üstü, kapım çalındı… Önce ürktüm... Sonra: "çalan, yalnış çalmıştır" diye karar verdim. Açmadım… ...
Ama anlamadığım bir inat, yorum pamadığım bir direnme... Kapım, tekrar-tekrar çalındı… ...
Ama bir ısrar ve amansız bir direnme vardı dışarda. Kapım hep çalınıyordu... Dayanamadım... Yıkık omuzlarımla oturduğum yerden kalkarken bitap bir halde, hemen kapıya yönelmedim. Ve alıştrıldığım üzere, aptalca direndim. Çalan kimse kapımı, çeker gider diye düşündüm... Gitmedi kapıma dadanan... Ve ısrarında, sebebi vardı anlaşılan. Önce ayak sürüdüm... Sonra da paramparça bir yürekle gidip yavaşça araladım… ...
Bir de ne göreyim?… O… O ve o İlk göz ağrım. … .....
Yüreğimin sancısı, ömrümün acısı, o eski nazlı yar… …
Beni, özlemle sardı… Yüzümden değilse de, kirli alnımdan öperken, neler yaşamış, ne acılar çekmiş ve gecelerce O’nu nasıl özlemiş, hasretini nasıl çekmişim bilemezdi. Ve de sormadı… Hele de tuttuğum hatıralarımda, O’nun için neler yazmış, anam için ne vasiyetlerde bulunmuşum, tahayyül bile edemezdi… …
Sarmak, kucaklamak istedim. Yapamadım… Teninin kokusunu hissederken ciğerlerim-de, birden boşaldım. İşte o an, yıkılmıştım… Gel de yıkılma ey dost!… Yıkılmaz mıyım ?...
Tüm şiirsel düzyazılarımda olduğu gibi "Dağdan Gelen Kız" başlıklı dizelerimin de, şiir tadında ve şiirsel bir terennümle okunup değerlendirilmesi dileklerimle...
NOT: Bu tür dizelerin, noktalama esaslarına hassasiyet gösterilerek ve şiirsel bir terennümle okunmadığı müddetçe, doyurulucuğundan uzak kalınacağını, edebiyat severlere iletmek isterim... Sevgi ve saygılarımla... M.C.S.
Paylaş
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Cok entrasan aci ve maceralarin dile gelmesi kizin annesinin adi benim annemin ismi olusu dogrusu meraklanmama sebep olup buyuk bir keyifle akici olarak okudum . Saygilarimla
Sayfama, şeref vermişsiniz Sayın Nilgün Hanım... Ve bu şerefinizi kutsal bir emanet olarak orada tutarak, sayfamı şereflendiren şairemizin sayfasına gittim... Güzel kokular alarak döndüm... Öyle olmazdı... O çiçek yapraklarını okşamak, güzelliklerini yüreğe çekmek gerekirdi... Bunu yapmak adına, sizi de favori listeme aldım. Fakat, en kısa zamanda sayfanıza döneceğim. "Söz onurdur, onuru çiğnetmeyeceğim" demişim.... ... Güzel yorum ve duygu paylaşımınız için teşekkürler. O kızın hayatı, gerçektir... Ve şu an hayatta değildir. Okuduğunuz bu "mensur (şiirsel düzyazı)" şiirmde, kısaca anlatılmaktadır. Nasip olursa, "KOD ADI. ROJDA" adında hazırlamaya çalıştığım romanında gerçeği aktarılacak. Dağda çarpışılırken, yaralanıyor ve kendisini kurtarmak isteyen genç bir teğmene aşık oluyor. Ölmüş gibi hareket ederek, dağda kalmayı seçiyor. Ama unutmuyor. Bir yıl sonra, ikinci bir çarpışmada tekrar o teğmenle karşılaşıyor. Aslında, teğmen de onun güzelliğine vurulmuş. Arkasını dönüp giderken, Rojda intihar ediyor... Şiir de, yapıcılığa harç olsun diye o şekilde aktarmış oldum. Saygılarımla. Herşey gönlünüzce olsun...
Sayfama, şeref vermişsiniz Sayın Nilgün Hanım... Ve bu şerefinizi kutsal bir emanet olarak orada tutarak, sayfamı şereflendiren şairemizin sayfasına gittim... Güzel kokular alarak döndüm... Öyle olmazdı... O çiçek yapraklarını okşamak, güzelliklerini yüreğe çekmek gerekirdi... Bunu yapmak adına, sizi de favori listeme aldım. Fakat, en kısa zamanda sayfanıza döneceğim. "Söz onurdur, onuru çiğnetmeyeceğim" demişim.... ... Güzel yorum ve duygu paylaşımınız için teşekkürler. O kızın hayatı, gerçektir... Ve şu an hayatta değildir. Okuduğunuz bu "mensur (şiirsel düzyazı)" şiirmde, kısaca anlatılmaktadır. Nasip olursa, "KOD ADI. ROJDA" adında hazırlamaya çalıştığım romanında gerçeği aktarılacak. Dağda çarpışılırken, yaralanıyor ve kendisini kurtarmak isteyen genç bir teğmene aşık oluyor. Ölmüş gibi hareket ederek, dağda kalmayı seçiyor. Ama unutmuyor. Bir yıl sonra, ikinci bir çarpışmada tekrar o teğmenle karşılaşıyor. Aslında, teğmen de onun güzelliğine vurulmuş. Arkasını dönüp giderken, Rojda intihar ediyor... Şiir de, yapıcılığa harç olsun diye o şekilde aktarmış oldum. Saygılarımla. Herşey gönlünüzce olsun...
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.