BU YANGIN, NASIL SÖNER?
- Öyle anlar, öyle zamanlarımız vardır ki, bu an ve bu zamanlarımızın bazı dönemleri, kendi kendimizle hesaplaşma zamanlarımızdır…
Bu zamanlar, belki sıfırı tükettiğimiz zamanlar, belki de bizlere sıfırın tüketildiği anlardır. Bunun muhasebesini, zaman ve zemin gözetmeden yapabiliriz... Elbette ki bunu yapabilmek, o noktadan sonra önümüze serilecek tüm dünya varlığını elimizin tersiyle bir kenara itip gerçekleri irdelemek ise, bir cesaret işidir… İşte böylesi zamanlarda, böylesi bir tavrı sergilemek, yerine göre erdemdir, yerine göre de, onur ve gururla abidemsi bir duruşu sergilemek ve cümle onursuzlukların üzerine basıp geçmek demektir… İşte o noktada, belki bir hayatın özünü, belki bir ihanet veya nankörlükler toplamını cem eder, özümüzle hesaplaşmayı de başlatırız o zamanlarda. ... İster gördüğümüz vefasızlıklarda, ister yaşadığımız ihanetlerde ve isterse, insan olarak bizlere gösterilen nankörlüklerde... ... İşte böylesi zamanlar, çaresiz olduğumuz kadar, çaresizlikler karşısında, onurluca dikiliş ve gururluca ilerleyiş zamanlardır. … Önemli olan ise, yaşanan gerçekleri onursuz ortamların uzağında, onurluca aktarabilmek ve onurluca haykırmaktır… BU YANGIN NASIL SÖNER? Ankara’da Emek’te, Emek’te “Halil İbrahim Sofrası”ndayım… … Türkü Baba Fatih’in, acılı bir ezgisi çınlıyor kulaklarımda; “Yiğidi Gül Ağlatır, Gam Öldürür” diye. Sonra, can dost Ömer Lütfü Mete’nin dizeleri; “Nice namert ava çıksa, tuzak kursa, pusu atsa, yiğidi çökertmez kahır…” … ….. Kurtlar ölünce, meydan çakallara kaldı… Her tarafı pislik ve ihanet içinde kalan bir ülkenin, halâ da ayakta kalma nedenleri varsa, "yüreği mangal gibi olan deli yüreklerin sayesindedir" diye düşünüyorum. Sırtlan çukurundan ise, hep uzak durdum… Yaralı sırtlana, dokunmak olmazdı zinhar. … Ben, “Halil İbrahim Sofrası”nda, şark köşesindeyim. Çakalla da işim olmadı, itlerle de… … ….. Oturduğum yerde Urfa kilimleri, karşı duvarda Bingöl heybeleri var. Ve garson sorar; - “Ne emrederdiniz?...” - ……………….. ? *** Dalıp dalıp gidiyorum dumanlarda… Ülke nimetlerini, kendi çıkarları için seferber edenler geliyor aklıma sersefil. Sonra aç, hasta ve umutsuz insanlar... Bir yanda umut ederek bir yerde suskunca bekleyenler, bir diğer yanda umutla bekleyenler için birini sırtlayıp bir yere taşıyanlar. Bir yanda terör, bir yanda paramparça edilmek korkusunu yaşayan ceylânlar… Ve bir köşede, dişlerini bileyip duran, o itten de uğursuz sırtlanlar… ... Bir yanda küpünü doldurmak için orta yerlerde fink atanlar, bir yanda ülke sorunlarına kafa yoranlar… Bir yanda haramzadelerin akladığı yüz karası paralar, bir diğer yanda ise, haramzadelere hesap sorarken, üç satırlık yazıları karşılığında kan kusturanlar. Her köşe başında bir zorba ve ulu orta yerlerde çoğalıp üreyen çıyanlar... … Güneş doğuyor, güneş batıyor. Düşünmek bile canımı sıkıyor. Boş veriyorum… … ….. Dün gece, ayışığında ısıttığım ellerim üşüyor. Yüreğim gibi… Dost yüzlü kahpelerin, buzdağı soğukluğunda üşümüştü yüreğim…Ve ömrümce ilk kez görmüştüm. Ağlayarak uçuyordu, huzurun sembolü bir güvercin. Ağlamayı, güvercinlerden öğrendi gözlerim… Ki ağlarken utanıyorum… … ….. Nefretim var alçaklıklara, ihanete ve kalleşliklere. Nefretim var kahpeliklere… ... Artık kimse mertçe dövüşmüyor. Kimse dürüstçe konuşmuyor. Politik demeçler bile, kahpelik kokuyor! ... Erkeklik ise, özgün şarkılardaki gibi; “Ne Kadar Şerefsiz Olursan, O Kadar İyi…” ... Yazmıyorsa kitabında böylesi bir anlayış ve okumamışsan kitaplarından böylesi kültürü, çekerim cümle namert sofrasından elimi. Dönekliğin çağında, alçaklık zamanında olmak, titretir bedenimi… Ve yüreğim ocak… Bir yangın ki yüreğimde, ne yana gitsem sönmüyor… Bir saman yığını ki yanıyor âlev âlev içinde, ne yapsam küllenmiyor. … “Yiğitler ölümü, bu denli kahpeliklerde hak etmemişse bile, ölüm yine de çaredir.” Tek ölüm kirli olmaz… Ve insan, yeter ki istesin. Yer seçmesi de, bulması da zor olmaz. … “Hey! Arkadaş!... Ölüm ne gün içindir?” diye bir şeyler karalamışım bir yerlere. Niyedir? Niçindir? Bilemem.. … Garson yanıbaşımda… Ve çevremde insanlar. Huzurlu-huzursuz, mutlumutsuz insanlar… Onlar, dörtbir yanımda… … Önce; “Bir içli köfte!” diyorum… Kesmeyeceğini biliyor ve dalgın bir haleti ruhiye içinde, “acı acıyı, su sancıyı keser” sözüne biat etmişlikle; “Ve bir de yanıbaşında, isotun en zehri acısıyla yoğrulmuş çiğköfte!...” Yüreğimin yangını, devam ediyor. - “Yüreğim yanıyor ey dost! Buz kesmiş bir ayranı, yanından sakın eksiltme!...” … ….. Dağlara serilen sevdaları, sevdalarda harcanan canları hatırlıyorum… Ve bu ülke uğruna, bir lokma ekmeğe hasret hapishanesinde, ülkesi uğruna yazanları… Sonra içimde bir yangın… Oraları özlüyorum… O sevda dokulu, kan ve barut kokulu mekânları.. Malatya’da erguvanları, Elâzığ’da Fırat’ları, Bingöl’de dert yamalı dağları hatırlıyorum. Bir de, Urfa’da yakılan uzun havaları, Bitlis’teki o imansız tipileri ve o insafsız boranları… ... Sonra, Samsun geliyor aklıma... Karadeniz’in deli-boran dlagalarını hatırlıyorum. O deli-boran dalgalar ki, sahillerinde durulurdu Samsun’un... Okşanmaya muhtaç bir kedi misali... Deli yürek sevenini, dizine yatırıp dizginleyen bir gelin gibi...Sevda yüklü bir kızın, sevdalısını dizinde dizginlediği gibi... … ….. Diyarbakır’da, her hanesi “şark odalı” evler, yine orda duruyor mu, bilemem… … ..... - “Hey garson! Bir de Topal Kenan’ı getir!” diyeceğim ama, utanıyorum. Gittiği yerin, dönülmeyecek yer olduğunu hatırlıyorum… ... Gözlerimi duman kaplıyor. Ve Fatiha’yla anıyorum topraktan gelip de, tekrar toprakla buluşanları… Sonra yürek yangınıma dönüyorum, bir kenarda bırakarak geldiğimiz yere gideceğimiz zamanları... … ….. Yüreğim yanıyor. Hayâller girdabında, düşler çıkmazındayım. Ve bir de ihanet anaforunun, bir çıkmaz sokağında… … Vefayı arıyorum. Bulamıyorum… … Sınırsız ihanetler görmüş, kalleşlik ve şerefsizliklerde tüketilmişim. Kahpe ellerce satılmış, namert yüreklerce harcanmışım... Ölümlerden dönmüş, onursuzlar cephesinde onurluca yaşamışım. Dost yüzlü alçaların ihanetinde tükenirken ulu orta, tekrar ölümler aramışım. Teselli diyerek; türkülere sığınmış, şiirlerle dert bölüşmüşüm. Ben; dost bildiğim alçaklardan ürkmüşüm… … ….. - “Hey dost! Yangını nasıl söndürürsün?!” - ………………………?!... … ….. - “Yangını, ateşle söndürürsün… Kocaman bir yangın… Yanması gereken ne varsa, yakarsın. Her şey, o anda biter!...” Mehmet Cemal SAYDAM ______________________________________________________________________ Yürek yangınlarımız, hayat gerçeklerimiz ve sosyal konularımızla iç içe değerlendirip kaleme aldığım dizelerimde, kadın-erkek her insanın, kendinden birşeyler bulacağına inanıyorum. Diğer dizelerimde olduğu gibi, şiirsel bir terennümle okunması dileklerimle... |
Sizleri düşündürdüğümü sandığım anlarda yanılmışım.
belkide hiç düşündürememişim.
şimdi benim düşüncelerim örümcek ağı gibi olmuşken,
vesvesem ise alabora, gidiyoruz kalan onurum ve ben,
yalnız insanlara sığınak dingin bir limana doğru,
helâl edin haklarınızı...