LE YAR - 1 (DOĞU ve GÜNEYDOĞU)İçimdeki ses; “Uzak dur!” demişti bana… … Korkuyordum… Sevmekten korkuyordum… Ama sevdim… Ve seni görmediğim zamanlarda güneşin tutulduğunu, yediğim ekmeğin haram, içtiğim suyun zehir olduğunu gördüm. Yiyemedim… İçemedim… Senden uzak kaldığım zamanlarda, gülemedim… … ..... En dertli ve en çaresiz zamanlarında, anamın mutfak penceresinden söylediği acılı ezgileri hatırlardım suskunluğumda… Suskunluğumda ve o Fırat mavisi gözlerinin göz bebeğine bakınırken dünyamı unuttuğumda… Amansız bir fırtınanın, savurup ta bir köşede topaç gibi döndürdüğü boş ve buruşturulmuş bir kâğıt gibiydim o anlarda. Ve bilirim ki, bir köşeye kıstırılmış yüreğim, göğüs kafesimi döverken amansız ve çırpınırken nefessiz, elimden tutamazdın. Gözlerinden, okunmamış şiirleri toplardım da, yine de gözlerime mahcupça bakışlardan kurtulamazdın. Sen, beni eritirdin tutkularımda… … Baştan sona ilham kaynağım, saçtan tırnağına dokunulmaz bir abidemdin. Duvarlarda tablo-tablo resimlerim, teline her dokunuşumdaki sazda, çeşit-çeşit bestelerimdin. Seni öylesi severdim de, yine de böylesi eriyip tükenmemin, tek sebebiydin… ... Doğrusu, sana uzak kalmak, seni uzaktan sevmek istedim… Hayâllerimi erteledim, özlemlerimi öteledim de, sana böylesi tutkun, sana böylesi yenik yüreğime bir söz geçiremedim… … ….. Le Yaaar!... Ölümün sensizlik olduğunu bildim. Ölüm; sensizliktir. Senin sevgi dolu yüreğin yoksa yanımda, ben ölmüşüm demektir!... … ….. Acı çeken bir kalbin en son sığınağı, yine acı çekmiş bir kalbin derinlikleriydi. Ben, yüreğine gömüldüm ceylân gözlüm, yüreğine gömüldüm… Bil ki kalbinin derinliğinde, bil ki acılı yüreğinin içindeyim… … ….. Le Yaaar!... Seni; Bingöl’de, Dara-Hini’de, Kerkis’te, Bingöl’e adını veren ve bin parçaya bölünmüş efsanevi Kuş Gölü’nde aradım… Seni; Urfa “Sıra Geceleri”nde, Suruç, Viranşehir, Harran Ovaları’nda aradım. Nedendir bilemem, Urfa Kapalıçarşı’da, hep tarumardım… … Bir kuş göç ederken, asla adres sormazdı ceylân gözlüm... Buralardan göçüp giderken ülkemin bir diğer diyarına, kimselere sormadım. Ve kimselerce de sorulmadım... Sorulmadım ey yürekten sözlüm, sorulmadım... ... Ben, doğup büyüdüğüm toprakları böylesi adım-adım arşınlarken, kimselere sormadım, kimselere derdimi anlatmadım. Ben; her adım attığım yerde, bakındığım her şaheserde bilki bir tek, sen arandın... … Seni, Bitlis’te Merkava’da, Malabadi Köprüsü’nden ötede, Avavakfe’de aradım. İzini sürerken oralarda, bir sevda sanığıydım… ... ..... Uzak dağ köylerinde yanan bir çoban ateşinin içinde, ne ümitler yanar ve nice umutlar küle döner, çobandan daha iyi kim bilir?... Kim bilir bir çoban kavalından süzülen nağmelerin anlamını? Ve kim bilir bir bestenin nice duygularla yapıldığını ve o bestekârı kim anlar?... Sen, çoban ateşim, sen bir dertli kavaldan süzülen hevesim ve sen, sana yakılmış bestelerimin kaynağıydın. Belki, Ani Harabeleri’nde bir taşa oyulmuş resmim, belki de İshakpaşa Sarayı’nda, bir güneş saatimdin… Seni; Süphan Dağı’nın etekleri, Nemrut Dağı’nın doruklarında ararken de âlev ateşti yüreğim. Bir sevda sebiliydim... ... Nazik Gölü’nde yıkanan balıklar, tutkuma gözyaşı dökerken sessiz sedasız, menekşeyi, kardeleni, “sen” diyerek kokladım. Berivan yapraklarında, göz rengin vardı. Onlara dokunamadım… … Baykan’da, Veysel Karani’ye gittim... Adaklar adadım… Malabadi’den geçerken, kulelerde sabahladım… “Gelip geçersin” diye bekledim… Silvan’da, Selâhaddin Eyyûbi Camisi’nde namaz kılarken, bir kına gecesi sonunda, sen gelinliğinle oturmuş ve duvağını açmamı beklerken, iki rekât “şükür namazı” kılmayı diledim. Ben; seni istedim! … ….. Le Yaar!... Diyarbakır’da acılara boğuldum acılarınla… Sarı Saltuk’a, Zincirkıran’a, Osmanpaşa’ya uğradım. Dualar ettim. Hazreti Süleyman’a uğradım bir akşam üstü… Dilekler diledim… Melikahmet, Urfakapı ve Dağkapı’da dolaştım deli divane. Yoktun!... Acılar, cirit atarken yüreğimde sorgusuz sualsiz, dişimi sıktım, çift elle sinemi yoldum… … ….. Gazi Köşkü’nde, Kel Bako’yu dinledim… ... Türkülerin can suyuydun… Türkülerde hep sen vardın. Ve hep seni söylüyor, seni anlatıyordu türküler. Ki sen yoksun diye, baştan sona acıyla söylendiler… … ….. Süleyman Nazif’in, Cahit Sıtkı Tarancı’nın, Ali Faik Ozansoy’un ve Ziya Gökalpler’in toprağında, Deliller Hanı’na uğradım. Nişan yüzüğünü aldım takarım diye… Hasanpaşa Hanı’ından, puşini ısmarladım. Balıkçılarbaşı’nda, hızma satanlar vardı... “Takarsın” diye, bir de halhal sardırdım… … Dicle’nin doğduğu Bırklin Mağaraları’nda geceledim hayâlinle. Sabaha dek yıldız topladım gökyüzünden... Sonra, melekler sardı her bir yanımı… Kanamasın diye bağladılar, senden yana açılan o gönül yaramı… … Celâl Güzelses’i dinledim taş plâklardan… Okuduğu türküler acı vermese de, hüzün doluydu gazeller… Ve ozanın biri, bir uzun havayla sesleniyordu Seyrantepe’den; “Sevenler nerde? Hani nerde sevenler?...” … ….. Le Yaaar!... Tutulmuşum bir kere… Mardin’de, Kızıltepe’de sararan başaklar, saçlarına benzerdi… O başaklar ki, tel-tel örmeğe, sarıp-sarıp öpmelere değerdi… ... “Gülistan Güzeli” demişim adına ki, adını andıkça Kal’atul Mara’dan haykırmışım, Dicle-Fırat Havzası’nın pınarı Mezopotamya Ovası’na… Söyle ki nerdesin?! Ve benden bakıp seni görmek ne güzel, bilemezsin… … ….. Le Yaaar!... Yenildim korkularıma! Ve sevdim!... … Seni; Diyarbakır’da Evlibeden, Melikşah, Yedikardeş Burçları, Besni’nin üzümü, Siverek fıstığı kadar sevdim. Kulp’ta Şakiran Çayı, Dicle güzelliği kadar sevdim… Seni; Elâzığ’da dillere destan Kömürhan Köprüsü, Uzunçarşı kadar sevdim. Hazar gölü kadar temizce ve Maden Dağı gibi zengince sevdim… … Seni; Siirt’te kutsal türbeler, Bitlis’teki minareler, Sermiyaz’daki menekşeler, Nemrut’taki berivanlar, Karataşta’ki kardelenler kadar sevdim… Seni; Van’daki Akdamar Adası, Edremit’teki elmanın rengi, Ahlat’taki tarih ve Adilcevaz’daki güzellikler kadar sevdim. ... Sevdam, serimden aşkındır Le Yar!... ... Seni; Muş’taki Karasu kadar derince, Muş Ovası gibi engince sevdim... Kavgalardan bıkmış, kandan tiksinmişim ey güzel! Seni; Batman sıcaklığı, Antep kavaklığı kadar, Mutki’nin ve Hizan’ın yalnızlığı, Güroymak ılıcaları kadar sevdim… … Le Yaaar… Bir hançer gibiydi sevgin… İşledikçe işledi yüreğime… “Gelemezsen gelme ve gideceksen git” diyemem. Mutlu ol kaldığın yerde, o bana yeter… Ben acımla da başa çıkarım. Sen, mutlu ol yeter oralarda, bir başıma kalsam da sensiz, ben acımı da sararım… … ….. Le Yaaar… Yenik düşmüşüm bir kalbin çırpınışına… ... Seni; Urfa’da Halilurrahman, Aynılzeliha kadar candan, Edessa kalıntıları kadar kandan belledim… Seni; sıra geceleri gibi sıradan değil, acılı mırralar gibi yudum yudum, Harran Evleri gibi uyum-uyum sevdim. Bütün bir varlığım ve bütün bir ruhumla sevdim. Bana; “Cehenneme git!” diye demesin kimse. Ben sensizliği, hep o cehennem belledim… … Seni; bir Doğu, bir Güneydoğu kadar sevdim. Seni; Gülistan kadar sevdim!... Mehmet Cemal SAYDAM ______________________________________________________________________ "Şiirsel düzyazı" tekniğiyle kaleme alınmış dizelerimin, şiirsel bir terennümle okunmadığı müddetçe, gerçek anlamının yüreklere yansımayacağını tekrardan hatırlatır, yüreği şiirle yoğrulu şiir severlere, saygılarımı iletirim... |
Yazar, Le yaaar adlı şiirsel metinde, memleket hasreti çekmektedir diye düşünüyorum.
Zaten şu cümlede de anlaşılıyor,
" Seni; sıra geceleri gibi sıradan değil, acılı mırralar gibi yudum yudum, Harran Evleri gibi uyum-uyum sevdim."
Mehmet bey,
Yüreğinize ve kaleminiz daim olsun