Göğsünde yorgun adımlardöndüğünde göğsünde derya kıymık ayıklamalarım bir baharın koynunda kırgın kuşları ağırlamaktayım bil ki yokluğun varlığına ayna tutar her sabah ikisi de hararet… sen gidersin yokluğuna sarılır kapıda sararan bekleyişler vuslat salıncağında uçurum büyür acıma sancın karışır kutsal ocağın nöbet tekerrürlerinde dudaklarını ısıtan hayalim vurur dağlara bilirim göğsünde yorgun adımlar sayıklar bizi yumruklarında nasırlaşır gece sayıklamarında ruhuna ettiğin eziyet zihnin kölesi ayaklanan isyanımız gülün bülbüle çilesini yeşerten Gülizarlar adak verdiğimiz hayatlar çınarlardan beslenen asırlık susuzluk ustura sırtında ayrılmaktan uyuşmuş hücrelerimiz mahşere umut besler çaresizliğimiz düşürdüğümüz gölgelerden çıplak teslimiyetimiz olmayacaktı bize benzeyen çocuklarımız susuz duraklarda çatlak dudaklarımız kanarcasına çeşmeler ana koynunda üvey yaramız kınası yakılmışlara içe dönük hasetlerimiz yakacak yazgı ipe çekerken ateşi dualar ve biz dimdik başımızla eğildikçe yastığa uslandıramadığımız acılarla küçüleceğiz gövdemizde dikenlerini ayıkladığımız yollarda kollarımızda el hissiz öpüşmelerin aşksız meyvelerine aşkla bağlı ellerine bıraktığımız hayatın muştu kurban ruhumuz ki doyumsuz affetmeyecek sunulduğumuz sunaklarda bizi dokundukça tenimize yabancılaşan sevişmeler susarak kabullendiğimiz her şey günahlarımızı kanatan kırbaç yüzümüzden düşürdüğümüz anılar asacak bizi çarmıha cesaretsizliğin kara adımları düşerken peşimize dilinde türkü içimi yakan ayrılık ben sana kırıldım aynalarda boy gösterince kardelen özünü döktüğün yüzünde ben kurumaya yüz tutmuş dalın yeşertmek istedikçe dokunuşların nasıl bir dehşetti karşımızda duran gecenin gözlerime vurduğu her şiirde sana soyunan dehlizlerinde boğulurdu imgelerim içimden denizler göçerdi bir tek sende közdü sevdaya ağlamalarım yitirip umudunu yağmurlardan kesildiğinde vuslata çabalarım bil ki; bütün kuşlar ölmüştür penceremde güneşse sana vurgun doğmaktadır hâlâ sabahın yamacında... Sude Nur Haylazca |