Bekâretine Hazan Sürülü Ebru(li) GeceŞiirin hikayesini görmek için tıklayın Ebru Sanatına gönül verenler ve yakından ilgilenenler bilirler ki, yürek titreten o muhteşem ebrular, aslında zor ve meşakatli bir sürecin eseridir. Süreç, boyaların hazırlanması ile başlar ve boyaların su ile buluşturulup, istek ve sonuca yönelik merakın artmasıyla devam eder. Kitreli su ile dolu olan ebru teknesinde bir süre sonra renkler konuşmaya başlar, sevgilinin tahayyülü belirir ve renklerin arasından tüm avazıyla çağlayarak bağırır aşk. Anılar bile seslenir içinizdeki aşk resmine, maun çerçevesinden koparak siyah beyaz... Suya resim yapmaktan çok, kendinizi yansıtmayı yeğlersiniz. İçinizdeki maneviyat, renklerle özdeşleşir ve aşka başka bir gözle bakarsınız suda. Ve ne kadar isteseniz isteyin ve beklentiniz ne olursa olsun, son sözü su söylecektir!..
Kırmızı aşklarımızı attık tekneye şehvet kıvamında açılıyordu küçük odacıklarımız düşlerimizde öldürdüğümüz kızılcık sevgililer suda yüzen asılsız sebeplerdi, hislerdi duyumsayamadığımız… her vuruşumda parmak ucumda hissizlik düşen boyaların arsız yapışkanlığı delip geçiyordu bedenini yayılıp daralan pürüzlü dairelerdi aşklarımın çocukları ve maviler sıkıştırdığında kırmızı anılardaki hüznümü sen fırçamda sıkılmamış boya, işlenmemiş bir oya kadar masumdun! Gül dalında dikensi özgürlükler acıttı bilirsin ruhumuzu ucunda at kuyruklarından silkelenen asi sineklerdi renkler boyalar geçmişe açılan camdan köprülerdi şeffaf gözyaşlarında karışıp kalan suyun gerildiği noktada acılarımız kâhin değneği başımıza inen iktidarsız bir yatak hükümdarlığının göstermelik yönetimi arzularımız şirin çocuk oyunlarıydı sonradan oluşan renklerimizde… Acının süvarisi, matemin emir eri, hasretin cariyesi ödünü patlattığın morlar inşa ettin kendinden kopup yüzyılın esneyen uykusuzluğunda parmağında hissettiğin an da düşürdün rengin hâsletini Açılıp geri dönmeyen bir kız gibi bildik de çeşm-i bülbülleri ebruli akşamlarını sefere çıkardık kâğıtların dilinde laleli gelgit hüzzâmlarda battal çığlıklarımızdı çığırından çıkaran bekâretine hazan sürülü öfkeli geceyi dur yeniden uyandırma… üç kapılı beş oda, açılmayan kırk kilit tekneye vurulan gem dalgalı neyzen öpücüğü tarağa budanmış su altında uyuyan tasâvvuf kimliğimizi bulandırma Hadi sevda melankolik rengimin eski lahiti gece uzun ve sancılı olsa da gün dağların ardından doğar kırmızı aşklar batar ebru ölür dert biter renk solar kuru bir küfür gibi çekilir ruhumuzdan su! ( Renklerin dillenip avaz tuttuğu yerde başlar aşk!) Nevzat KONŞER Kasım 08 |
ödünü patlattığın morlar inşa ettin kendinden kopup
yüzyılın esneyen uykusuzluğunda
parmağında hissettiğin an da düşürdün
rengin hâsletini.....
evet,beyefendi şiirinize sığ bir yorum yaptığımı ve harika şiirinize haksızlık ettiğim kanısına vardım... eşsiz bir anlatımınız ve çok farklı bir şiir kurgunuz var...yine, yine tebrik ediyorum...
şiir, şair ve şiirlere yorum yazanlar hakkında dile getirdikeriniz çok doğru ve yerinde savlar... insanlar o hale gelmişler ki..................... neyse...