O KADINLAR
O kadınlar üşümezlerdi, kışın soğuk akan nehir kenarlarında,
Avlularında tulumbadan çekilen suyla Çamaşırlarını yıkarlarken bile Üşümezlerdi. Tıpkı tarlada toprağı işlerlerken de, Çukurova sıcağında pamuğu toplarken de Kavrulsalar da Bana mısın demezlerdi. Ve o kadınlar ki Yüreklerindeki hüznü Apalak bir çocuğu beslemek için verdikleri sütlerinde saklarlardı. Sırtlarında sabileri İçlerindeki güneşi de üşütürlerdi Ve karıncalar Gece yıldızların altında mehtabı seyrederlerken Leğene düşmüş Arap sabununun kayganlığı gibi Kayardı o kadınların düşleri O tarlalar anımsar mı üstünde pamuk toplayan, Nasırlı elleriyle yufka ekmek yapan ’aman buda hayat mı be’ diyen kadınları Sonra kaldırıp başlarını Bir yorgunluk molasında çıkınlarındaki nafakalarını, Zeytin peynir Ne bileyim Belki de domates Ama asil doyduran yufka yâda yavan ekmeğe sayarlardı ’baldıran acılarını’ Sabiler analarının sıcacık kucaklarında büyürlerken Gurbetlerini de severlerdi Onca acılara karşın Ne o toprak onlara küserdi Nede onlar toprağa Gelip yaşarken nicedir yan yana Kıl çadır, pamuk döşek, naylon leğen, dişi kalaysız kara kazan Yaşam Oba İçinde çalı çırpı yakılan Soba Kışları içine girdikleri karanlık yoğun bir renk torba Kendilerini öylesine geçersiz hissederlerdi Yokuşu çıkamayan külüstür eski bir araba gibi -Yorulan düşlerinde o kadınları da ağlattılar- O kızları O gelinleri O çocukları Oysa Atamazlardı içlerindeki sıkıntıyı Komşu evin bahçesinde, avluda oturmuş yün örüyorken Yeni gelinler Düşlerini uykularıyla sarıp oyalı mendillere saklarlardı Azıcık bile geriye gitmeden Peygember çiçeği gibi Dalgaların bıçak sırtı gibi kabarmasında bile -Geldikleri yerdir nede olsa bıraktıkları- Vaat edilen topraklarda nafaka derdi İnsanın doyduğu yer Allah din katında Kendi acılarına kefil Olup biteni anlamaya çalışırken paldır küldür Sanki ’ölümlerden ölüm beğenenler’ Bir kap suyun yanında kendi yansımalarını seyrederlerdi Omuzlarındaki yükü kimsenin görmediğini sanarak Kederleri beslerdi dirençlerini ayakta tutmaya Belki de kederlerine lanet etseler de, Alın yazgılarına öyle bürünmüşlerdi ki Yaşam ne getirirse getirsin, Sessizce bakışlarını öne eğer, içlerine akıtırlardı gözyaşlarını, Güneş getirirken gündüzünü geldiği yerden Göğüslerinde salkım saçak suyun akması gibi kaynağından Eteklerine pamuğu doldurur gibi doldururlardı kederlerini Sonra Yoksul, yoksun ve gizli sevdaları da çoktu, İki dirhem bir çekirdek Açlık yaralarını ekmeğe benzetip Her insanın ondan bir lokma koparması Gerektiğine inanmak gibi Bir nedenleri de vardı Güneşe durup kuruyan çamaşırlarına Yarım kalmış yürek çarpıntıların katmazsak, Yaban buğdayı gibi Zayıf kara kuru pörtlek gözlü patlıcan burunluydu Seyis Seyfi Düşünüp dururdu O çamurlu gölün bir kenarında Çığlıklarını ararken kurbağalar Sivrisinek vızıltısında Sırtında heybesi, Elinde değneğe benzer asası Ağlayan bebesini dizinde uyutan, Bir dişi altından hızmalı Karısı eşe nin Gözleri önünde Çıkarıp kınından hançerini Kendine biriktirdiği töresinin tüm öfkesiyle, Tüm kabul edilmezliğiyle Evladı değilmiş gibi saldırırdı kızı Fadimeye Ağzını dayadığı su oluğunun ucundaki tastan kana kana içer gibi Oysa o genç kızlar Ve gelinler propoetidesler gibi tanrıça Afrodit’e inanmayan Ve Onun tanrıçalığını İnkâr cüretini gösteren amothonteli genç kızlara benzerlerdi Onlar ki Umurlarında olan su nasıl düşerse düşsün toprağa Bir kaptanın seyir defterine verdiği önem gibi Değer verirlerdi yağan rahmete Yeryüzünde değişmeyen yer yokken bile... KENAN CAN YOLDAŞLAR |