0
Yorum
1
Beğeni
5,0
Puan
12
Okunma
Gece, insanın içindeki mahkeme salonudur.
Duvarları rutubetli, yargıcı uykusuz, sanığı hep aynı kişidir: insanın kendisi.
Bir suç işlediğimi hatırlamıyorum;
ama vicdanım, hatırlamanın kendisini suç sayıyor.
Bazı günler, hiçbir şey yapmadığım hâlde
ellerim kirli uyanıyorum.
Sanki düşünmek bile bir eylem,
susmak da bir ihbar.
İçimde iki ses var.
Biri bağırmadan konuşuyor:
“Masumsun,” diyor,
“çünkü herkes böyle.”
Öteki fısıldıyor, ama fısıltısı daha ağır:
“Tam da bu yüzden suçlusun.”
İnsan en çok kendine karşı dürüst olmaktan korkuyor.
Çünkü dürüstlük, bir kez başladığında
geri dönüşü olmayan bir merdiven.
Her basamakta başka bir yüzüm var;
hiçbiri tam olarak bana ait değil
ama hepsi benim adımı taşıyor.
Bir iyilik yaptığımda bile
onu hangi karanlık hesapla yaptığımı düşünüyorum.
Merhamet bile şüpheli.
Belki de sadece kendimi affettirmek istiyorumdur.
Belki başkasını kurtarırken
asıl derdim kendi boğazımdaki düğümü gevşetmektir.
En korkunç an,
haklı olabileceğimi fark ettiğim an.
Çünkü haklılık,
insanı en rahat suçlu yapan şeydir.
Uykuya yatarken dua etmiyorum.
Çünkü Tanrı’nın sessizliğinden değil,
cevap vermesinden korkuyorum.
Ya bana “Evet, biliyorum” derse?
Ya suskunluğumun, erteleyişimin,
görmezden gelişimin
adını tek tek sayarsa?
Vicdan bir yara değil;
kapanmaz çünkü iyileşmek istemez.
İnsanı hayatta tutan da odur zaten:
Sürekli kanayan bir yerin varsa
ölmediğini anlarsın.
Ve ben yaşıyorum.
Bu, en ağır delil.
5.0
100% (1)