2
Yorum
6
Beğeni
5,0
Puan
21
Okunma
Geceyi bir dikiş gibi geçirdim içimden,
paslı bir iğneyle tutturulmuş saatler vardı avucumda.
Camın ardında geri geri giden evler,
her biri terk edilmiş bir çocukluğun yüzü.
Bir ses vardı;
ne tam bir ağıt ne de bir çağrı.
Toprağın kalbini yoklayan,
demire fısıldayan eski bir nefes.
Uykusuzluğun omuzlarına çöken
is kokulu bir masal gibiydi.
Koridorlar uzuyordu içimde,
her kapı başka bir vedaya açılıyordu.
Valizler suskun, cepler kırık dökük,
kimsenin adını bilmediği bir yolculuk
beni benden alıp
adımı bile unutan bir yere sürüklüyordu.
Zaman,
yerinden sökülmüş bir takvim yaprağı gibi
titreyerek geçiyordu yanımdan.
Birileri iniyor, birileri biniyordu hayattan;
ben hep arada kalıyordum,
ne varışa ait ne de başlangıca.
Sonunda anladım:
Bu uzun inilti, bu karanlık akış,
bu demirden kader çizgisi…
Ben hangi trenin içindeydim.
5.0
100% (4)