3
Yorum
10
Beğeni
5,0
Puan
52
Okunma

Radyoda çalan o ince sızıda başladı her şey,
Henüz kirlenmemiş hayallerimizin sesiydi o.
Gıcırdayan ahşap kapıların ardına saklandık,
Taze demlenmiş çay ve samimiyete sığındık.
Mektup zarfını açarken duyulan o heyecan,
Şimdilerde hiçbir soğuk ekranda yok...
Sokak lambasının sarı ışığına asılı kaldı,
Elinde eriyen bir dondurmanın çocuksu mutluluğu.
Ve sonra, bir bakış düştü kalbin en kuytusuna,
Sözlerin dile varamadığı, avuç içlerinin terlediği...
Göz göze gelince yere inen o mahcup bakışlar,
Ürkek bir serçenin kanat çırpışında saklıydı aşk.
Ceketinin cebinde buruşturulmuş o küçük not,
İsmini yazmaya bile kıyamayan, sessiz bir davet.
Parmak uçlarının birbirine değme ihtimali,
Dünyanın en büyük günahı ve en zarif cenneti gibi.
Soba üzerinde kızaran ekmeğin kokusuyla uyandık,
Tozlu raflarda kurumuş bir çiçek gibi bekledik.
Eski bir fotoğrafın kenarındaki o yorgun tarih,
Aslında hiç bitmemiş, durdurulmuş bir hayattı.
Vakti gelince dökülen son yaprak misali,
Zarafetle çekildi hayatın perdeleri.
Yarım kalan her şey aslında tamamlanmıştı,
Kalan tek hatıra;
Bir yudum sevda ve...
Ebedi sükût.
5.0
100% (4)