0
Yorum
8
Beğeni
0,0
Puan
112
Okunma
Belki de beklemek dediğin
pencereye yapışan buğu
adımın soluk izi
Üçüncü masa camın dibinde
bir sandalye biraz çekik
öteki duvara dönük
Tahtasında daire daire kurumuş su halkaları
zamanı mühürleyen sükût damgaları
Islak peçete bir göl kenarı gibi yırtık
kenarında yarım bir gel kalmış
Neon titrer
ışık masanın yüzünde
paslanmış bir gül gibi
sönüp yanar
Garson iki masaya uğrar
üçüncüyü es geçer
boşluğun müdavimi belli
Kaşık cama değince
ince bir bülbül sesi çıkar
uzar
sönmeye meyilli
Ben iki sandalyenin arasında asılı kalırım
üçüncünün sırtında
sadece gölgem
Belki de ışık yanınca değil
sönerken anlaşılır odanın dili
Üçüncü katın sarı lambası titrer
içeride eksik kalan cümlenin rüzgârı
dışarı sızar
Perde aşağıda
pencere önündeki
üçüncü masayı görür mü
görse de susar
Turnikeler kapandı
kapı tokmağı avucumda
soğuk bir yaz
kısa
yarım
Seherin omzunda ince bir serinlik
ismin harfleri
buğuda eğrilir
Gülün yerine kapı zili asılı
bülbülün yerine
asansör mırıldanır
Ben bakarım
cam da bana bakar
aynı kırık aynanın
iki yüzü
Ve anlarım
yüksek değil
arada kalmak yoruyor
derde düşmek değil
derdi sürmek
Belki de konuşmam gereken ses
ne akıl
ne kalp
ikisinin arasındaki sızı
Üçüncü ses
içimde dolaşan isimsiz katar
ağır ağır geçer
kimse el sallamaz
Yâr dediğim artık bir yön
kuzeye dönük
üşüten bir pusula
Sükûtumun kenarında
seher bekler
suyun yüzünde ter gibi
bir evet
Hâfızam
kırık camdan sızan rüzgâr
keskin
ama sustalı değil
Ben bir adım geri
şehir bir adım ileri
aramızda pas
aramızda ışık
Ve masada bıraktığım boş yer kadar
eksik konuşurum
Diyorum ki
hayat iki kararın arasında
salınan üçüncü ânsa
evet budur
içimde kalıp
dışımı aydınlatan
sönük bir ışık