Gecenin Kösnül Tuvaligecelerden bir gece belki Akdeniz, belki ege… rüzgar uyumuş gece yorulmuş pijamalarını giyip yatmaya gitmişti kız peşinde koşmaktan yorgun ev kedileri kafası güzel kafama cila niyetine birkaç Miller almış kumsalda tek tabanca ziftleniyordum biraz ilerde geceye kurşun atar gibi kıvılcımlar saçan ateşin etrafında birileri gürültülü bir şekilde gülüyor birileri ufak ufak içiyor birileri ateşe tapan Afrika yerlileri gibi dans ediyor birileri ayaküstü sevişiyordu birden onu gördüm… gecenin esmerliğine ışınlanmış bir masal prensesi gibiydi yüzü yağmur yüklü bulut yüzü karlı bir dağ köyüydü yüzü sadece kuşların bildiği bir göç yolu yüzü ayın on dördüydü hipnotize olmuş gibi ona bakıyordum amforada yıllanmış şarap gibi baş döndürüyordu güzelliği bazen, göz göze geliyorduk elimiz ayağımız birbirine dolanıyor bakışlarımızı nereye saklayacağımızı şaşırıyorduk bazen de, gözlerimizi hiç kaçırmadan birbirimize bakıyor sanki birbirimizi düelloya davet ediyorduk büfeden aldığım Millerin birini uzattım -bu gece içmeden bitmez bir gülümsedi sanki yedi göllerin yedi rengi sürüldü gecenin tuvaline Milleri aldı ve -şerefe… bende kaldırdım kutuyu -şerefe… içerken fark ettim boynunda sallanan Süryani kolyeyi ve kolunda ışıldayan jilet izlerini uzaklarda bir yerlerde “Jilet Yiyen Kız” diyordu Ahmet Kaya biz komşunun bahçesinden erik çalmış çocuklar gibi hınca hınç susuyorduk tek kelime ezberlemiş muhabbet kuşları gibi sadece şerefe diyorduk -ş e r e f e… ne kadar sustuk bilmiyorum belki susmaktan yorulduk, belki alkolün etkisi ilk o konuştu -kıdemli yalnızlardansın galiba -bu en kalabalık halim tekrar gülümsedi tekrar renklendi gecenin kösnül tuvali bir yaranın kabuğunu okşar gibi konuşuyorduk kolundaki jilet izlerine bakarak -kestiğine değdi mi bari -değmedi, bu yüzden artık kesmiyor sadece susuyorum -susunca geçiyor mu peki -geçmiyor -ha kesmişsin, ha susmuşsun iki türlüde kanıyor kalbin şiir gibi konuşuyor, şiir gibi gülüyor, şiir gibi içiyordu sakın yaramazlık yapmayın der gibi üstümüzde pike yaparken yıldızlar ateşe sevdalı pervaneler gibi ateşe uçuyor ıssız bir dağda birbirine sokulan iki yılkı atı gibi birbirimize sokuluyorduk çöl meyvelerine benzeyen dudakları cennete davet ederken beni baş döndüren kokusunu duyuyordum son bir nefes çektiği sigaranın dumanını bütün şehveti ile üfledi yüzüme -aşktan öte köy yok adamım dedi filozof bir edayla karışırken nefesimiz birbirine bir kandilin alevini parmaklarıyla söndürür gibi usulca durdurdu zamanı dudaklarıyla tanığımdır o eflatun gece bir şey oldu, henüz adı konmamış bir şey güneyde kuzey ışıkları olur mu bilmiyorum ama sanki gece aydınlandı ateş canlandı rakıyla su buluştu belki bir yerlerde yedi uyuyanlar uyandı uykusundan belki ateşle barut öpüştü birbirine sarılmış iki kırmızı gül gibi ayrılırken dudaklarımız havada çarpışan iki kurşun gibi birbiri ile çarpıştı gözlerimiz bütün çıplaklığı ile ilk orada gördüm gözlerini gözleri. silah sesine çırpınan bir serçe telaşı gözleri. ağır yaralı bir sezen aksu şarkısı gözleri, çıkmaz bir sokak gözleri, bir baş dönmesi uçurumun kenarında gözleri, birazda uymak şeytana gözlerine bir daha baktım avuçlarımda bir yasak elma... |
Bazen hayatı salmak, akışına bırakmak gerek diye düşündüm yapamasak bile
Peki neden üzüldüm ben şimdi
ha kesmişsin, ha susmuşsun iki türlüde kanıyor kalbin
Güzel kitap gibi baştan sona sürükledi ve bir yanım üzüldü
Tebrik ederim çok güzel di