Düelloı bilsen kaç kez izledim baş rolü bize verilmiş o veda sahnesini ve her izlediğimde dudaklarıma nasıl batırdım dişlerimi dün gibi hatırlıyorum sondan bir önceydi bıyıklarından buz sarkan bir Ankara akşamıydı hüzün tenhasıydı şehir in cin top oynuyordu ışıltılı caddelerde her zaman cıvıl cıvıl olan o kafe sus pus olmuş en müdavim müşteriler bile erkenden gitmişti evine ıı kadrajda eskitme bir masa masada birbirine t’uzak iki el masada çığlık çığlığa iki suskunluk masada içilmeyi unutulmuş iki soğuk çay masada yarılanmış iki paket sigara kadrajın dışında kalsa da kopacak fırtınanın farkındaydı o yaşlı garson leş gibi ayrılık kokusu vardı havada aptalca bir iyi niyetti bu fırtınayı bir yaz yağmuru sanmak ve, her bir saniyesi ayrılığa kurulmuş bu buluşmadan bir kavuşma ummak iki sevgili değil düelloda birbirinin açığını kollayan katiller gibiydik ölüm kusmaya yeminli iki Smith Wesson’du bakışlarımız küçücük bir gülücük yetecekti yeni baştan başlamaya biz tebessümü bile kurşuna diziyorduk ııı sen kiraz çalığı dudaklarına müstehzi bir gülüş takınıp bir çöl meleği gibi siyah sürme çekmiştin b’ela gözlerine bir zaman sırtıma kan vadileri açtığın tırnaklarına kan kırmızı bir oje sürmüş okşamayayım diye saçının tel çit çekmiştin her bir teline birlikte aldığımız yüzüğü bir çıkarıp, bir takarken o zarif parmaklarına nasıl mağrur nasıl ölümcül ve nasıl şıktın bir katile göre… bense aptal aşık yan yana gelmesinler diye gölgeme bile barikat kuruyor sen bakma diye mayın döşüyordum isli gözlerime kadrajdaki o kanlı veda sahnesine kendimce hafifletici sebepler arıyordum lirik bir şiir ya da küçük bir gülüşle yeniden başlamayı umuyordum ki ben… içinde sen olan en kötü rüyayı bile hayra yoruyordum ıv anason kokulu şarkılar dökülürken müzik kutusundan birden kül tablasında hırsla ezip sigaranı depresyon topuzu bağladın saçlarını doğum gününde aldığım kül rengi fuları bağlarken zarif boynuna pür telaş kalktın masadan ve… öpülmeyi unutmuş dudaklarının paslı namlusundan kızgın bir “hoşça kal” sapladın göğsüme birden çatırdamaya başladı şehir birden kırıldı zamanın gümüş kanatları birden döküldü aynaların sırrı kadavranın üstünde unutulmuş tabut gibi kalakaldım sanki birileri odun attı cehenneme ya da… sen cehennemi bıraktın içime gittin işte… işini bitirmiş Azrail gibi sessizce v a benim huysuz leydim a benim çingene klarnetim bir şarjörü boşaltır gibi boşaltırken ömrüme hasreti öyle ayrılık bürümüştü ki gözlerini görmedin içimde kopan kıyameti görmedin avucumda sımsıkı tuttuğum mermileri hiç bir zamanda bilmeyeceksin o düelloya, benim boş bir silahla gittiğimi |
Oysa ayrılan sadece yollar da değildi.
Şiire tebriklerimle.
Selam ve Saygılar...