Boyalı Kuş
Yenilenen adres;
Sosyal blok arkadaş sokak İrem apartmanı Eski adres; Bursa cezaevi Kırmızı mühürlü mektup Teslim aldım vesaire İmza soyadı falan Açtım Selam ile Ağustos ikinci milenyum Okudum uzunca satırlarını... Yarım yamalak uykular ile Günü devirme mücadelesi sürerken Bir yudum soğuk su ardına Dilsiz çocuk anıları süsledi Çelikten masamı Şiddetle tekrar okumalıydım Jerzy Kosinski Boyalı Kuş... Ön yüzünü kıvrık kuzeybatıdan açtım Sanki sabuna soğana alınmış notları içer gibi Genzimi boğan bir düğüm telaşı! Hükümsüz hükmü veren dik yakalı Ki Adam böyle hükmetti... Suç; Ateş yakmak Güneş’e inat Karar; Oldukça büyük gri kapılar ardı! Sabahın imsak vaktiydi Her seferinde aynı biçimde ağlayan çocuk uyandı! Bir jilete kurban gidecekti Tabutlukta Olmadı! Aynı jiletle ranzaya çizik atıyor Gene tabutlukta Anne adı; Kamile Adı; Tekin Baba adıysa; Hükümsüze gebe... Ve mazgalların ardı korosunda; Solist, Deli Nasibe; "Bir mektup yazdırdım Urfalı kızına Zalımın kızı bakmaz yüzüme Anam duyar ise vurur dizine Oy nenni nenni " Tekin’im nenni Adliler, nenni nenni Politikler, nenni nenni ... Sigaran varsa Her satır için mektup vardı! Yoksa sigaran! Yan koğuştan Gülmeyi seven Siyasi abla vardı Bir nenniye bir umut satardı Ve genelde En çok o yazardı Yazardı! Nazlanmadan Üşenmeden Ve en çok o satırlar sabun kokardı ... Dilsiz çocuk köyde ilk kulübeyi yaktığında Siyasi abla da ilk döşeği yakmıştı! Bir anne Bir umut Telaş aynı Ses aynı ses Saman sünger karışık yanık kokusu Çay Kazak Çağ Gazete Domates Patates Zeytin Peynir İki öğün komün Dilsiz çocuk Kilisede kimse görmeden yedi aşırdığı somunu Yemesine de; Son lokmada yakayı ele verince İspiyoncu keşiş verdi haberi Papaz’a! Yedi şamarı Beşi bir yerde Lokma lokma... En güzeli zeytindi! Kantinci Ahmet göz yumardı Ve nedense severdi onu Aşırdı tane tane Yedi tane tane Oynadı tane tane Ve gün dönümü 12’ye vurduğunda Sayacak ıslah koridorlarında Tane Tane Dilsiz çocuk saydı Umuda! Kızıl Ordu adımlarını Tekin saydı Anneye Baş abi adımlarını ... Neredesin umut? Neredesin anne? ... Terimiz ile Bu köye Bu koridorlara Yüzyıllardır yazıyoruz Can hasretini Ve Güneş’in saklanan güzel günlerini! Ne güzel anlatırdı Hacer teyze; İlk gördüğümde onu Yatakları yakan bu demiştim Yanıktı yüzü Sayamadım zeytin tanesi gibi Yoktu parmağı "Güzelliğimi verdim ben Hasretine yandığım günlere" Hep cümle buydu! Hep usumda şu soru; Kaç sigara verdi acaba Güneş’e? Sesimiz kimi zaman lâldır Çözülür karlar altında bir kayağın ucunda Kimi zamansa yürekli Toros ezgisi! Nedendir bilmiyorum Özgürlüğü hep Yar ettik kuşun kanadına Boyalı kuş’a! Kızıl ve gri Arada gökyüzü mavisi Buladık renklere… |
Keza şiiriniz de aynı şekilde...
İstatistikler 16.000 çocuğun kaybolduğunu söylüyor. 16.000 ne demek! Bu çocuklara ne oldu? Başlarına ne geldi? Nasıl kıyıyorlar, hiç mi içleri sızlamıyor, hiç mi vicdanları yok bunların! Aklım almıyor.
Her üzücü olaydan, kıyımlardan sonra aklıma ya Che'nin şu sözü gelir: "Aynı evrende yaşamamalı cellatlar ve çocuklar; ya ölmeli cellatlar ya da hiç doğmamalı çocuklar!"...ya da Albert Camus'ün sözü: "Çocuklara işkence yapılan bu dünyayı sevmeyi, ölünceye kadar reddedeceğim."
Daha başka ne söylenilir bilmiyorum.
Duyarlı yüreğinize ve anlamlı şiirinize saygılarımla...