GİRDAP
Ardına takılıp geldiğim aşk,
Bir sarmalın çıkmazı. Gözlerindeki keder perdesi, Acı hatıra gibi bıraktı bir bir saçıma beyazı. Şu el ele gezdiğimiz dünkü sokaklar, Sensizliğin diliyle fısıldar. Bin yıllık duvarlarıma sinmiş deruni havanı, Toz kokulu bir yağmurla adımlar. Bir girdabın yutması gibi, Aşkın ve ölümün girift mavisi. Hayalinle beliren zihnimde, Ölümün tek varisi. Bakışımda görülen şüpheler, Yüreğini taş gibi sertleştirmiş. Uzanan ellerin parça parça, Sanki bir korkuluğa yerleşmiş. Sözlerim dilsiz derin acılarda, Üç damla yaş, bir düş ve sanrı. Kilometrelerce özlemin, Susuz dudaklarda çatlatır yarınları. Yarım kalan bir hikâyede, Yazık ki başka başka tenlerde avunuyoruz. Ayrı ayrı akşamlarda yatıp, Ayrı ayrı sabahlarda uyanıyoruz. Ayaklarımın altına serdiğin tel tel hüzünler, Bir gelgit gibi içimde yükselir. Sevdikçe ölüyorum gün gün, Yaşadıklarım rüya ya da hülya gibime gelir. Bir surat, bir bakış, bir ürperme, Bir taşın üzerine konan güz yaprağı gibi, Bir var bir yok arası bir hisle, Sarsılır düşer sarmaşığın kibri. Ardımızda bırakalım her şeyi, Uzun bir sefere çıkalım. El ele verip gecenin karanlığında, Yitip giden gölgeleri bulalım. Halil KUMCU 20 Ağustos 2024 / Salı / Ankara |