"l'Isolement"İki bardak çay için yoldayım, adımlarımı sayıyorum binlercesinden Godot’a gidilmez birinden birine değer verilmez bir gün olsun; sevilmez. bir an geliyor, "buraya kadar" deyip gidiyorlar onların yüzü seçilmiyor unutuyorum, unutuluyorlar adamlar daha yaşlı, kadınların yüzünde kremler Viyana’ya uzanıyor sesler iddia etmiyorum, sesimi duyamazlar. deniz manzaralı kahvaltı yapıyoruz yirmi dört saattir yemek yemediğimi tabakta azalan peynirler anımsatıyor kapıdan çıkarken yüzlerine baktığım üç genci uzakta görüyorum bir kız önce kendini kumlara bırakıyor, diğer kız ve sevgilisi ellerinde taşlar denize taş atıp duruyorlar Bach’ı duyumsuyorum, bahtıma hiçbir şey tesadüf olmayacak kadar ve içini her seferinde yaralayıp, duygularından arınıp, açık bir yarayla ince bir kalemle söylenmiş yazgına geceyi bekliyor olmalıydım yeniden aniden uyanıyorum, saat bire geliyor otel odaları kederli boyar anıları televizyonda bir filme denk geliyorum "Olli Maki’nin En Mutlu Günü" en mutsuz olduğum günlerdeyim alıştırıyorum ruhumu bir boksör gibi ringe çıktığımda çoktan farkındayım gücümün ve güçsüzlüğümün siyahın ve de beyazın anlamsızlığını renklerin de yalnızca aldanış oluşunu film sarıyor, sonuna kadar beklerim hep beklemişimdir sonuna kadar bir şeyleri anlamlandırmak için ve her defasında anlamdışı kalışımı son sahne; Olli ve Raija’yı görüyorum ellerine taş alıp fırlatırken denize tesadüflerden yorulduğumu anlıyorum bir çayevi önünde "paydos" diyorum, en güzel ne biliyor musun dostum? gerçek olan her şey güzeldir sonuçta hepimiz aynı durumdayız mavi saçlı bir adam saksafon çalıyor, ilk büyük bardak demini tam almamışken, ikinci bardakta tadını alıyorsun çayın etrafına bakıyorsun, ah deli kumpanya! varoşsun, yorgunsun; tek kişiliksin hiçbir şey geçmiyor vakit hariç günler birbirine benzese bile sonunu bilmenin rahatlığı ceplerinde yaşlanıyorsun eski dostum, ve sanırım eskiden olduğu gibi her şey aynı şekilde devam edecek. altı işçinin gülen yüzleriyle şenlenen karanlık bir akşam vakti, geceye yelken açan düşlerin denize çoktan varmış. çay iyi geliyor işte. susuyorsun. susmak da bir mesele sonuçta susuyorsun; eskiden gülen yüzümü arıyorsam yıpranmış bir tünel kapısı olabilirim bir bankın sanata dair ayağında gökyüzüne çizilememiş hayatlarda bardağın dibinde son yudumda pakette kalmış bezgin sigarada bir Kaurismäki filminin ortasında az kuru az pilav resminin tabağında buruşmuş, yorgun ellerinde en son var ettiğin şeye bakıp, hayalsiz çocuklar görüyorsun her şey Güney’de, bir doğulu kanında Batı şarkıları dinlemekle başlamıştı bunu da herkesten çok biliyorsun her bir şeyi o kadar iyi bildin ki, hep o yüzden aynı mağlubiyetleri yaşamaktan hiçbir zaman bıkmadın. mağlup olan kimdi aslında? gözlerim mağrip hüznü taşır evlere iki ekmek, az portakal, elma ve sigara hiç bu kadar iyi kokmamıştı ölüm hiç bu kadar kirlenmemişti perdelerim kendimi bu kadar zavallı görmemişti. perdeleri yıkayıp, taktım yerlerine ıslak tüllere sarılırken bir an çok ayıp edip, seni hayal ettim hiç bu kadar ıslak değildin. |