DOĞDUĞUMDAN BERİ BİR DUVARKENDuvar örmek, der eskiler, üst üste koyarak ve yan yana dizerek taşları yapılana. Eğer anlayıcı gözlerle bakarsanız bana görürsünüz, örülmüş bir duvar sayılırım meğer. Ve örücülerimin ellerini öpmek için arzuyla, bir arayışa koyuldum boğucu bir yaz akşamı, yolumun düştüğü şehir mezarlığında “Gaib’e gittiler” diye fısıldadı kırık mezar taşları, “tamamı”. “Bekleme, gelmez hiçbiri” dedi, tenha yollar, ağlamaklı, “siz iyisi mi kendi başınıza için.” Çırağı aradım sanayi sitesinde, tamirci atölyesinde, kripto para işine girmiş, çok katlı bir rezidansta patronmuş, eskileri unutmuş. Ahmet Bey’in ceketinin satılışına denk geldim rutubetli ve karanlık bodrumda yapılan bir mezatta, bir SMA hastasına umutmuş. Ağladım, çok ağladım… Sonunda, yosun tuttu gözlerim, içinde hatıralar olan bir silonun gölgesinde. Bir duvar gibi örüldüysem taş taş, sıra sıra, kat kat, ben; değerli ve değersiz, nasırlı ve pürüzsüz eller tarafından ve katmışlarsa bana yanlış-doğru, herkes, kendi zâtından, şimdi, birden bire yıkılmaya başlamışsam, neden? Güzel atlarına binip gidenler kimler ve gittilerse de nereye? Galiba, çekip çıkarıp aldılar içimden taşlarını giderken çünkü böyle boşluk boşluk kalmışsam birden. Nihayetinde, içimin bir yerinden geçti: “Benim de bu sürgün ülkeden, bir ağacın gölgesine sarılmadan, taşımı alıp gitme vaktim yaklaştı demek” diye. 08.08.2023 |