Kırgın
Bir dağa çarpmış gibiydi yüreği.
Yeryüzünün hüzünlü topraklarına savrulmuştu. Yarasını yakan tuz, her şeyden soğutan buz misaliydi hali. Bir yandan solmuş gözbebekleri yağmur olup akmaya hazırken, Diğer yandan gözyaşlarını köşe bucak kutsal bir hazine gibi saklardı. Ola ki şefkat dolu bir el sevgiyle değse yanağına Dolu dolu inecekti sanki yeryüzünde kendi kabir toprağına. Belki tek bir ömürdü ona biçilen. Fakat tarihler boyu ahşap oymalı sandığın içinde saklanan Saklandıkça da sararıp solan duygularla; En gizli, en saklı, en sırlı savaşların, yenik düşmüş başkomutanıydı. Kapattı içini aydınlatan tüm renklerin umut ışıklarını, Ve reddetti bin güneşli günlerin doğurganlığını. Tekti. Tek başına, bir başınaydı. Sancıları sahipsizler mezarlığına gömülmeye değer görülmeyecek kadar yalnızdı. Çığlıksızdı, yakınmazdı ve de kimseyi yakmazdı. Kabullenmeyi kaderden sayardı. Sessizliğinden yarattığı uçsuz bucaksız dünyada, Soluksuz kala kala kendini de yok saydı. Suskundu. Uyandığında gözüne dokunan ışık, Yüzüne dokunan su, Yüreğine dokunan yaşamı, Hırsızlığı çok seven insanlar acımasızca çalıp kaçmıştı. Kırgındı. Kemiklerinin kırıldığı zamanlarda bile bu kadar canı acımamıştı. Kırılan yanı başka bir tarafa düşüp, yetimliği tatmıştı. Dokunmak istedi tutamadı. Gitmek istedi varamadı. Yorulmuştu. Herkesin cıvıl cıvıl olduğu şu hayatta, çok uzaklara savrulmuştu. Düşündükçe daha çok yoruldu yığılırcasına oturdu. Yaşlı ellerinde kala kala, bir tek yaşlı bastonu kalmıştı. Biliyordu, o da yüküne dayanamayacaktı. Çünkü her şey gibi onun da vadesi ancak kırılana kadardı. Kırılana kadardı... |