Öldü sandığın adamın sandığındanbir güz yolculuğudur ayrılık hep yanlış istikamete doğru giden kitap aralarında kurutulmuş gül İzmir otogarında tavuklu pilav anneni sakladığın valiz kıyafetlerindeki naftalin kokusu unutulmuş kadim bir dildir aslında aşk susmak üzerine kurulu ağaran sakalların usturaya direnci kadar zarif ölü bir adamın sandığı açma o odanın kapısını girme bu karanlığa sevdiğim yapma sessizlik çıldırtır mı deme öyle bir çıldırırsın ki kainat duymaz senin duyduğun acıları ondan sonra her yeni gün bir başka zulmün eşiğidir güle güle atlarsın farkına varamazsın kaybettiklerinin anca düşünceye dalarsın birde bakmışsın ki etrafında yanık resimler ordusu hiç bir hatıradan umut bulamazsın uyku hariç uyu hadi seher vakti öten bülbüller gibi asil bir feryattır yaşamak kimsenin görmediği izbe yerlerde var oluşu aramak bilsem söylemez miydim yani görsem unutur muydum gerçekten kalbimin derin denizlerin incisiyken nasıl bir dağ yamacına dönüştüğünü uçma fikriyle dolu zihnime hangi yılanın çıngırağının bulaştığını sürüne sürüne giden o hüzünbaz çöl canlılarından halliceyim şimdi haddizatında kaderimin bu bölümü uzak ülkelerin yetim çocuklarının başıdır okşayan okşayana bu hanede durum budur denizi güneşi ve sevgiyi evhamlı bir iklim vurur ya giderse ya unutursa ya bitirirse sakladığım bütün sevgileri derin bir sandığa koyup arka bahçemdeki karga yuvasının altına gömdüm uzunca bir zaman aklıma gelmesin diye aşkı kıl kuyruk bir kalpten sadakati sümsük bir dilden ve emaneti korkak zavallı embesil yüreklerden uzak tutmak için yalnızca Tanrıya verilecek bir hesabım kaldı benim |
kutlarım