O mesela.
Her şeye aç
ve içi kuyruğunu yutan kelimelerle dolu dil, kaybetmenin kalbe batan kadim mızrakları, ve insan olurken tanrının ruhunu aldatmış olmanın hazzı, ve boynu boyunca uzayan gölgesiyle iblise kulluk eden dilsiz kuğular, ve kül yağmuru, ve ten, ve ne varsa onun alacası birleşip her şeyin bittiği yere kadar başlıyor, bizi kimsenin karşılamadığı sabaha karşılarda. Şehri ters çevirip sallıyorum. Bütün tutunamayanlar düşüyor, bu cehennemden, yeraltının göklerine doğru. Orada metruk tünellerin loşluğunu, bir sağnak şeklinde arzunun şimşekleri yalıyor. Ve ansızın sınırlar ortadan kalkıp, kızıla kesmiş bulutlar ve mavi, ve manolya şenliği, içimizin iç denizlerini yararak bizi karşı kıyıya, karşımızda kimselerin olmadığı ulu bir boşluğa ulaştırıyor. İlkin, bildiğimiz ilk dilde ağlayıp, mutluluktan, sonra çığlıkça hey, kimse yok mu demenin karşılığını arıyoruz. Birini bulmanın kara ormanlarında kaybolmayı göze alarak. Çünkü bize bir harf lazım, geçirgen ve geçmiş biriktirmeyen bir harf, o mesela. Oranın efsunuyla daha susarken onlar çıkageliyor, yapayanlış yaşayanlar. Karşılıklı dizilip, hiza alıyoruz, izan arıyoruz, iman ve itikattan kurtulmuşlar gibi okumaya, solundan başlıyoruz, birbirimizi. Sonra ihtirasın ayaklanan kurşun askerleri bastırılıp, sarnıçlar ve sarkaçlar yıkılınca ve anlam, anlayışın şehvetli kucağından kalkıp, çok ünlü dizeler kifayetsiz kalınca, şiirin zulası patlıyor. Her yere sular saçıldığını görüyorum, kıyısından emin sular. Ve kayıtsız kalanlar toplanıp oracıkta belleğini o sularla yıkıyor. Belleğin surları yıkılınca yargının ilenç dolu sırları silinip, hepimiz denen o tuhaf kelime, kalbimizin gergefine yeniden işleniyor : Şimdi kundağı açılan bebeklerin gergin bacaklarıyla koşabilir, korktuğum ne varsa kucaklaşıp, nabzımı yeniden dünyaya yaslayabilirim. 2492bin22İst. |
geçirgen ve geçmiş biriktirmeyen bir harf,
o mesela."
Altını çizdiğim satırlardan..