Sen anlarsın
anneme dedimki –ben artık adam oldum-
büyüyünce anlarsın diyordun ya –anladım- oysa sanırım diyordum kelimelere, önümde virgüllüydüler. olur yada bilmem diyordum, üç noktalarına. hatalarını ezberliyordu özgeçmişlerim. her şeyim, diyen roman ayraçlarıydı, varlığın. değilim, anlatmıştın bir kıyıda, çay lekesiydi o gün, yüzüm. grip olmuş kelimelerinin kokusu, hastalıklı türkçem sağlığımdı. olmazlarımla, sığar mıydı parmaklarının arasına metal bağlılıklarım? evet desen, sakallarına, olmaz ya görseldi kur’an kursundan dönen çocuklar. hayır, olsaydı tüm cevaplarınız sorduğunuz sorulara ; kesin bir biçimde belki de evet derdim. her şeyin masalı vardır ikimiz arasında makarna derim yalnızlığıma. anlarsın. günleri perdeyle aldatan bir manzarayla çağırırım, günlerimi kirletirim. ordasın. içinde kendimi kendimle sığınağım zaman kipleridir. aklımdasın. nereden karşıma çıktı, hala şaşırırım ceplerinde en büyük eriği arayan ellerim, karşımda mıydı? tahammülsüzlük sigara paketini söndürüyordu ellerin değildi, büyümüştük. sevmek gerek bir şeyleri hayatımızı bölseydi ve eşitleseydi paydasına, adın derdim hayata. kendine yeni bir ünlem al şimdi, karşı koyamadığın şarkılara buncadır benim varlığım dediğin anılarına, kendin için. bilirsin şehrin en güzel yeri mezarlıklardır yeşil kalabildikleri için, ölüm zamana yenilmiyor da diyebiliriz burada mesela. sende öylesin yemyeşil duyguların var ruhunun arasında kalmış; eski bir durak adıydı orada mutluluk otobüs geçmez şimdi aklımdan yıllar geçer. nereye giderdik kendimizi bırakarak ardımızda? —ama ben neremi kandırdıysam gidelim dedi —kime yazıyorsun bunları? üçüncü tekil şahısların cenazesini kaldırıyorsun sadece kimsesizler cümlesine. Virgülmü konur ? şiirin elinden tutmaya çalıştım, çabucak büyütemedim; sırtıma aldım kelimeleri, lunaparksız yorgunum. kışları soğutuyorum beyaz yaralarımla üşüse de çocuklar, tanrı yazın çıplak ne de olsa. biletimi doğum sancısı sandım uzağıma dönünce köşeden bahar, oyun bahçesi ruhlara. elinden kaçmaya çalıştım, sabırsız düşlerimle titrese de paltom, sökülmüş gökyüzünden güneş. tırnak keser gibi yıktılar gecekondumu platonik katlarını, molozu ben kaldım aşk çöplüğünde. tecavüzümdü kendime, sana yazdığım mektuplar linç ettim bütün kelimeleri, gayrimeşru bir şiir kaldı geriye. sabır diyorlar adına, yaşamaya çalışmanın boşlukta sankilerime, keşkelerime, hiçlerime vurdum kendimi sabırla. mutsuzluk bilerek açık bıraktığım pencereydi açılıp kapanan kapanıp... kapanıp.. duran dişlerim çürüdü sessizlikten, mutsuzlukla beslenmekten her boşluktan kendime bir ölçek bırakarak yemek tarifleri kitabının önsözünde yer alacak itirazlar hazırlıyorum, akşam yemeği haberlerinize köprüler haplar iplerle dışını, şehrinizle süsleyecekler. biraz sonra son kelimeden başlayarak silmeye tüm yazdıklarımı, sen görmeden evet diyeceğim tanrıya evet tanrım affettim seni. bir resmin önünde sigara içiyorum, saygıyla eğilirken dumanlar saygıyla bekletirken bakışları önünden geçen pembe ilkokullar, paltonun iç cebindeki buruşmuş kağıt parçalarına yazıyorum bunları, bir resmin kenarında dururken sonralar. kendini sevmiyorsun diyorsun durmadan ve kimseyi sevemezsin kendini anlamadan. ve ben de diyorum ki; bunca bunca insan, anca anca kül tablasında tanrının ellerini arkana saklıyorsun, nasıl severim? düşünmeden irak,filistin,afganistan, somali ankara gemisindeki küçük furkani. bir yerde,hani o annesini hastaneye yetiştiremeyen adam geçiş önceliği attığımız oy’lar ağıt önceliği içre oyy’lar! yanından geçen arabaya bakıyorsun bir an belki camından son rötuşlar dumanlara karışıyor gök yüzün. aşk yokluktandır ya ve emekse yasamaklar ve aykırı cümleler hazırlıyorum hayata, ayakkabımın altı delik, son paramı verdiğimde resmin arkasına sırtını dayamış olarak mendil satan çocuğa, hepimizin nezlesi o çocuğa hepimizin göç’ü o çocuğa hepimizin en temiz kalmış yerlerine mendil satan o’na… nasıl da yok oluyoruz kendi çıkmazlarımızda değilmi bir ben kaldım simdi nöbette güçlü görünür kılarken bedenlerimizi, içten içe ölmeyi kutluyoruz çiftetelliden yaslarımızla, banka kuyruğunda ölen amcanın kasketindeki kuşlar resmin üstünden geçiyor, şaşkın şaşkın onları izliyorsun, torununa bayram hediyesi güvercinler. haber bültenleri seyyar satıcılar gibi bağırıyor aynı şeyleri, minibüs şoförleri kollarını çıkartmış akşamüstlerinden sinyal vermeden bekletiyorlar duraklarımızı, yolculardan biri sana bakıyor. eski bir kente kalmaya dönüyor aklımız karanlık ve soğuk odalardan ve sıkıştırılmış şiltelerin arasından mutluluk sızıyor daha çok mutsuz bırakmak için bizi, mutfaktaki telaş artık dinginliğimiz bizim telefonum çalıyor, annemin sesi!!! bir yaraya tentürdiyot sürer gibi. paslanmış ve bükülmüş pazartesiler ve günler günler, (hatta dikkat ettinmi, bu pazartesinin kendi ismi yok, pazarın ertesi) dizilerde seyrederken yok ettiğimiz şeyleri televizyon camından yansıyor yanı başımızdakiler görmüyor ve duymuyoruz, kazağını çekiştiriyorsun ve resme seslenen bir adam. gülümse çekiyorum tüm acıları kendime çekiyorum, gözlerin kapalı çıkmış aynı yere tekrar geç bir kibriti çakar gibi, gülümse. |