kiraz
Yukarıda asrını doldurmuş bir güneş, aşağıda
geceyi yutan yalnızlık kutuplar gibi çıplak bir ülke Ne kuş, ne dere, ne ağaç Sehrimin hayaletleri bile aç hayal gücünü aşan sarkaç buz güneşinin soğuk zulmünde kabus gibi geniş bir ülke çıyanların gıpta ettigi kene emiyor zamanı tembel uykudaki saat vakitsiz yumak gibi çözülürken sırrı ; parıldayan gözlerin abidesi çocuklarını sırtına vururken kabilesi dizinde uyutur sesleri verimli göğüslerinin sarpa sarmış yollarının ne haram ne helâl bilmeyen merhameti uzakta köhneyen alınları vagonlara yığılı ermeni çocukları Rüzgar kiraz ağaçlarına saklamış bayramlık ayakkabılarını gökyüzünün gözleri gibi yürüyüşte yorgun bir sevdanın sürgünü sanki eritir kayaları kum taneciklerinin döndürdüğü zaman bereketlenir düşünde ki ovaları yeşil dalların tanıdık yolların karanlık ayakları kurşuni bir ufuk kasvetli gemi korkulu gecede bile yürüyebilen Çünkü yıldızların parlaklığı canavarca gece fikrine yanık tatminsizlik okyanus kenarındaki yarım ada ağaçlar yeşil derin Ve güneş bir riya ile batıyor Bir dalga soluk kum üzerine çörekleniyor Okyanus mavi paltosunu atıyor vahşi ve çıplak şimdi dehşet içinde fırtına aşıyor Geceye duman katran gibi düşüyor yarın ölecek çocuklara şarkı gibi Geceye duman çılgın gibi düşüyor Gece diz çökmüş üşüyor yarın ölecek Alçakgönüllü karda yumuşak gölgeye Gece gülümsemeden uzaklaşıyor nereden geçer ayın tarlasında tütün açabilmeli çelik vardır çelik yolarda paslanan yanlızlığına inat merhametine sığınabilmeli bir çocuk |