Tuz panayırı
organik kimya dersine geçince
büyüdüm sanmıştım hâlbuki o zamanlar saçlarına gelin telleri takıp köprülerden atlarıyla geçen ninelerin tekerlemelerinde kıvrımlı yüzlerinde biriken tuzu bir iç denizin suskun, karanlık kıyılarında biriktirir gibi ve işlemeli mendillerine silip cepkenlerine koymadan önce öküzleri ile tuz taşıyan adamların dillerine takılmış ve aynı dillerde tadılan onca yemiş, buğday, kerpiç tozu ki havada asılı kalan kireci bilmemek için ölü olmak lazımdır demem o ki bir vatana hasretim nicedir sanki benim olsa da onun için savaşıp yiğitçe ve bölünmüş ekmeğin büyüğünü cephe arkadaşım olan salih onbaşıya vermek suretiyle hissettiğim huzurla uyusam göğe baksam vurulmamış birkaç kuş görürüm umuduyla eminim kimse savaşlarda telef olan kuşları düşünmemiştir organik kimyaya gelmeden orada tutuldum benim olmayan hikayelere desenler ummuştum, renkler cephesiz savaşırken banka kuyruklarında ya da tatil panayırında sıram erken gelince yaşamadığıma inandım sonra bir kararla simya değişti tarihe geçmiş olsun dileklerimi iletin |