Çölünü Gökyüzüne Taşıyan Mecnun Prömiyerikader diye sürüldüğüm alnın öperken secdeyi her kıblegahta leylaya çalan her çölde mecnuni bir iz bırakırım Varlığın bir mayındı yüreğimle bastım üstüne otopsi istemeyen bir aşkın yatağında ruhum en büyük esaret bu çölündeki kumları saymazsam eğer! Zordur eşgali aynalara yansırken yokluk olarak görünen sevdayı sonsuz derinliğiyle bir renge boyamak Sen yine de çarptığım kayalara sor beni zamanın kıyısından düşerken tutunduğum adını kazıdığım ağacın dallarına dikenlerine an kesiği avuçlarıma sor törpülenmiş yanlarıma uçlarından fışkıran nefti yalnızlığımın koyu melal saçlarına secdeye uzanırken ellerim niyazıma kattığım sancılarıma yürüdüğüm patikalar boyunca düşürdüğüm can kırıntısı nazarlarıma Çarpıldığım yüreğine sor beni! deniz kokan avuçlarına bırakırken dudaklarımı gözyaşı levhasıyım geride bıraktığım şehrin ve öylece kalamadım ya bir nefes gibi adınla bütün camların buğusuna secde edişim ondan Sen ki içimin hazine sandığına emanet saklımdaki sedefsin gözümün karasına sürme diye ışığından çektiğim Lahm eyle yüreğimi gevheri ellerinle ruhum ruhunun potasında erisin ve dirilsin mananın müzehheb nakışında aklıma zamansız her yağışlarında yüreğimdeki karanlık kuyulara dökülen nar-ı beyza tebessüme sor beni kalbim avuçlarında atsın diye ihbar et beni köleliğin kaldırıldığını bilmeyen bedenime nabzımı zorlayan usul usul ırayıp sorgusuz infaz eden gözlerine sor beni! Sen ki kalbimin üstüne koyduğu avuçların şifasıyla iyileştiğim s’aklımdaki özlemsin içimin süveydasından damıttığım beyazım dudaklarından yokluğunu öperken hasretimsin! Tepeden tırnağa titreten bakışlarının her gece sığındığım gölgesinden sor beni Yüreğinden Sor! |