BİR ÇIĞLIĞIN ANATOMİSİ
Binbir haykırış dolanıyor yine eteklerime..
Sonra binbir toprak tutuyor da bileklerimden, Doluyor sarmaşığını gönlümün mabedine kadar. Eminim bir yerlerde her gün güneşlerim doğuyor, Ama ben daha doğduklarını göremeden, Ben daha güneşleri içime çekemeden, Karanlık düşler her an hülyalarımı batırıyor. Küçük bedenimin büyük ruhu, Ufalanıyor gözlerimin önünde.. Ruhumun sayısız parçası, Feryat ediyor her yerde, Kimse duymuyor.. Kimse duymak istemiyor... Tanrım, geleceksen gel artık, Dayanamıyorum!... Hayallerime sarılıyorum zaman zaman, Tutuyorum umutlarımı her yandan. Gülümseme biriktiriyorum meselâ içimde, Ki ihtiyacımız olduğunda dopdolu gülümseyelim diye. Tam ulaştığımı sanıyorum kemâlât makamına, Sonra buluyorum kendimi uçurumun en kenarında. Ayağım sendelerken zemheri bir yamaçta. İzliyor beni çirkinliğin nirvanası binbir göz. Ölümüme hasret mânâlar savuruyor binbir siyahi söz. Gözlerimden akarken kahır dolu kanlar, İzleyen gözlerden akıyor kana bulanmış kahkahalar. Sanki eller itiyor beni sevinçle boşluğa, Sanki yüzler dönüyor sırtını umuda/vicdana/insanlığa.. Tanrım, elimi tutacaksan tut artık, Düşüyorum!... Yaz denen mevsimin en koyusunda, Ve hatta kalbimin güneşi’nin en sıcağında, Tüm hücrelerin donup imdat zikrine durması gibi hayat.. İnsan türlü türlü güneş doğuruyor da rahminden, Sonra tek tek öldürüldüklerini izliyor atıldığı cehennemden. Ben hangi cehennemdeyim, Ateşin hangi renginde hapisim, Bilmiyorum.. Ruhumu kaç el yaktı, Hangi vicdansızlar kelebeklerimi sattı, Saymıyorum.. Mabedimde bir başıma duvarlar örüyorum.. Mabedimde bir başıma yanlızlık türküsü çığırıyorum... Tanrım, bana sarılacaksan sarıl artık, Üşüyorum!... Çanlar kimin için çalıyor? Göremediğim tüm ışıklar nerede doğuyor? Ateşten gömleği kaç insan giyiyor? Karanlıktan önceki yaz’ı kaç kişi hatırlıyor? Garp cephesinde neden hiç yeni bir şey olmuyor? Boyalı kuş’un çığlığını kaç vicdansız duyuyor? Sineklerin Tanrısı kaç sene yaşıyor? Malala’nın yetiştirdiği çiçeklere kaç zebani kezzap atıyor? Bazı insanlar neden daha başarılı oluyor? Yüzyıllık yanlızlığı neden kimse bozmuyor? Kayıp zamanın izinde kaç ruh kendini öldürüyor? Bülbülü öldürmeye kaç sırtlan niyet ediyor? Ve gecenin son yolculuğu saat kaçta başlıyor? Tanrım, huzur vereceksen ver artık, Boğuluyorum!... Bilir misin şu hayatta kaç hayat hayatsız! Bilir misin şu dünyada kaç dünya zamansız! Gün be gün çalınıyor burada sevdalar, An be an kavruluyor her yerde ülkesini yitirmiş kuşlar.. İnsan her sabah yeni bir kelime türetiyor, Ve her akşam o kelimeyi yerin en karanlığına gömüyor. İçinden o kelimenin ardından su dökmek gelse de, Dökülen tek şey, âh ve yakarış oluyor.. Bitmiyor yüreğin zelzelesi, Dinmiyor mabette yıkılan evlerin sesi. Pazartesileri, direniş türküleri yazılıyor bu ülkede, Saat pazarı gösterince, direnişin selâsı okunuyor her cehennemde. Yani her hafta aynı film gösterime giriyor yaşayan ölüler rehberinde... Tanrım, kıyameti koparacaksan kopar artık, Çıldırıyorum!... İstiyorum ki, her avucumu açtığımda kelebekler havalansın, İstiyorum ki, kelebeklerin ömrü sonsuzluğa varsın, Eteğimin etrafını, sokakta unutulan çocuklar sarsın.. Yediğim yemek arttıkça artsın, Yediğim yemek, tüm tokları doyurup kimsesizleri kurtarsın. İçimdeki haykırışın yerini, kahkahalar sarsın. İçimdeki çocukları doğuran analar artsın.. Bir kapı kapandığında, yerine binbir rahim aydınlansın, Her kapıyı/her yol’u, sevgi yüklü eller açsın. Beni benden alan simsiyah gözler gün yüzü görsün, Görsün ki, yaptıkları kötülüklerin karanlığı rüyalarını örsün, Işığı tutana dek, zemheri rüyalar sürdükçe sürsün... Tanrım, sevgiyi ve merhameti kutsayacaksan kutsa artık, Ölüyorum!... Sarılacak kimsem kalmadı, Saçlarımı kestim, Sana geliyorum... TÜLAY YILDIRIM EDE |