SADECE İSTANBUL
Asırlardır arşınlamakta sokaklarını sayısız insan
Kaldırımlarının her karesi bitmez özlemlere gebe, Her bakışımda bin edayla süzer yedi tepen birbirini Yetim çocukların gibi sıkıca sarılırlar bedeninden, Bilir misin hep sevapların, günahlarınla sevilirsin Ne çok anlatılmayan var derinliklerinde yüreğinin. Tarih kokan paslı demir kapılara her dokunuşumda Ürperir içim soğuk sütunlara bir an yaslandığımda, Semaya uzanan uzun minarelerin kuytu gölgesinde Susmadıkça ezanlar; yayıldıkça dualar gökyüzüne, Rahmet nur olup yağar solgun bedenlerin üzerine Gök kubbenin altında fetheder beyhude gönülleri. Şiirlere sığmayacak kadar güzeldin zamanın içinde Sonraları büyüyen beton yığınlarda kaldı bedenim, Kulaklarım varoşlardan yankılanan yanık ezgilerde Sefaletin izini sürerim öte yüzünde bezgin kentin, Ezilip kaybolmadan dolaşırım hengâmenin içinde Kurtulurum elbet yutup sindirmeden beni metropol. Bekledikçe gözlerimi kaparım ılık eserken rüzgâr Kesik soluğu dinlendiririm bel büken yokuşunda, Korkutur yeniden görmemek karaya çalan maviliği Ay ışığının muhteşem izdüşümü vurdukça denize, Karanlık dipten gelir sarsıntısı ateşli heyecanların Kalpler canlı daha hızlı çarpar zamansız delicesine. Soğuk ve ıssız sessizliğinde titreyen yalnızlığımda Sadece seni… Ve yalnızca seni düşünürüm İstanbul, Umutsuz kara sevdaların masalımsı kavuşmalarına İhanetlerine rağmen yalın ayrılıklarına inat hayatın, Kabul etmek gerekir kentin olgun sade gerçeklerini Yaşamak için dipsiz kuyulu şehrin; ölü hatıralarında. İbrahim Soyalar |