15
Yorum
54
Beğeni
5,0
Puan
1696
Okunma
...
Bir tas su içimidir takvim oluğundan süzülen yıllar
Ölümle nefesin hoşça bakıştığı
Kimi zamansa dertleşip ağlaştığı
Yâ’sin ve güvercin konağına ışık tutan aynalar
Ay kurusu ahşap zamanlar
...
Senin gözlerinde görüyorum saçlarımla söyleşen rüzgârı
Ve duvarı zümrütten yıkılan sarayları
Gölgesine sefil bir yolcu gibi sığındığım ağaçların
Kökle dal arasındaki tılsımını
Yüzü solgun gömleğimin yamalı yırtığında gördüm,
Derisi yüzülürken sonbaharın
Oysa yitik bir ağlamakmış hep, yüzündeki tebessüm
Bilmezdim yalnızlığın intihar
Ayrılığın ölüme denk buzlanarak sır olduğunu
Ve şehrin kaygısızca gülen şatafatlı camlarının
Gün gelir de bir gün, tozlanarak sır olduğunu
Meğer üç ışıktan ibaretmiş hayat
Yeşili çoktan geçtim,
Sarıda hazan,
Kırmızı yandığında durulduğunu
Serin bir hazan kümesi göğsüm
Ezelden sevdalıymış yer sanatına bulutlar
Kalın kederinden ince ince yağan yağmur gibi
Vakti toprak nârâsına düşüverdi sanki ben
Karlı dağların, bu’harlı zamanların en son adresiymiş güneş
Taze bir çocuk gibi;
Titreşirmiş memesinden su emen ateş
Soluk bir sis arasından çıkıverdi sanki ben
Söyle benim can süsüm, pür telaş yüzüm!
Ben miyim yoksa sırlı yüzündeki ben!
Demir atmış göz bebeğimin limanına gemiler
Gölgesi düşmüş sığ sulara
Alnımda iyotlu bir tango,
Ömrümün vurgun yediği sahiller
Tam ortasındayım maviyle harman sarısı kavganın
Yüzümde karanlık dağların en zararsız uykusu ömrüm
Ve artık, defo’lu bir sevdadır yaşanan,
Hicret kuşlarının göç haritasında zaman
Ne önemi var ki süslemesi yakutsa aynanın
Penceresi altınsa sarayın
Nil’i kana boyayan güneş çocuk (fir’avn)
Hani nerede kaldı heybetin, saltanatının gücü
Yarılan denizin ta orta yerinde,
Dingin bir yiğit gibi karşılasaydın ya ölümü
...
2010 (Arşivden)
5.0
100% (31)