'crux'Üşümek meselesiydi, önce ayaklarından başlıyordu -kaç kişi burada? Eller ve yine eller birbiri ile eş, simetri Sen sus mahzeninde, mahsun çocuklar için müsamere ak saçlı bir hademe köşede durmuş bekliyordu tombul mu, kalçalı mı, çok çocuklu bir yalnızlık mı bir başkası; bahçıvan kılıklı bekçi mütedeyyin yürüyordu arkasında çocuklar, sesler, eller, perdeler.. Yüreği üşüyenin dimağı zengin bir daktilo ses uyumuna erişirken deniz tıslamalara vuslat iki uzak beden ayırdı biri birinden daha sıcak ve esmer, daha ayrıntılı biri birinden daha beyaz ve soğuk, daha kırılgan üzerine eriştik; uyku sahnesinde ayrılıklar başladı insan kırılgan oluşuyla namzet yaşayabilmeye nice ince film sonrası oluşan hastalığın kronolojisi tipik bir avam arzusunda ibaretti Soyunmadan üşümenin Mecelle’de mahzuru yoktu biri elleriyle dürdü Nemrut’un nemli bokunu dudağında ıslattı ince tebriz kağıdını gerildi incecik, savruldu tırnak uçları kenarından, saçları, saçlarıma karışan bir sonbahar otu yılgın bir balıkotu manzumu şecereye yakın Azrail’e aitti sararmaya yatkın not defterlerinin hikayesi vardı bu süreç kendi içerisinde imtiyazlı bir sonsuzluk müjdelerken bir daha yaktık. günümde Beyoğlu trajik bir göçün tahribatına yaprakları salındı ada’ya kadar çok güzel modern dünyanın ilkeleri çok üzgün kalplerin hikayesi bilmiyordum sevişmeden önce de söylenir miydi seni seviyorum kamuoyuna verilecek kötü haberlerden farksız gözlerle Nasıl çalmıştı üşüyen ellerin çıkmıştı incinmiş gözlerin çekmişti dumanını yıkılası Galat’ı bir film sahnesine uzaktan seyirci olduğumuzu kimselere söylemedim bir beden gibiydi dersimde niyetli güç gösterisi kuruyası Murat’ı bakmıştın, uzak diyerek: şurası ıslandı şurası Afgan sahipsizliği gönlünde kimi menekşenin en güzeliyle bakarken kimine klasik bir misafirperverlik, ölümün doğusu, batısı olmaz derken mavi yazmalı, hızmalı bir sessizlik elleriyle bestelediği ekmeği yine elleriyle alnının terine banarak uzattı: -bu son olsun. ben gözlerden anladım, gözlerinden o insanların üşüdüğünü kimselere söylemedim af dağının dağ da üşür müydü? kar da ağlar mıydı? af’fa sığınıp, pencere kenarında minibüs oldum küçük bir ateş öğretti senelerin saniyeler gibi yittiğini olmadığını yalnızlığın kaç yıla çarpılarak içine oturduğu insanlardan duydum insanlığını hâlâ yitirmemiş olandan işittim yine o affı yine sonbaharı gazabına nail hazanı, toprağı, düşen yaprağı ve kırılgan fidanları kovulduk materyalist bir affın iç sıkıntısından şiirler uzayda imkansız kareleri soyutlarken ses üzerine ses, Tanrı’m: üşümelerden ayrı bir yakma hayal edemeyenlere bir başka boyutu hicreti emrettiğini duydum ve unuttum tuhaf geldi sonra müzik girdi araya bardak çatladı dudağından ayracı olmayan bir ömrün yeniyetme muzipliği tekildi ve acımasız oluşun evveliyatı da skill Her şeyin mümkün olduğu bir an da toz tutan yazmalardan en kırmızısını boynuma sardım öyle karar verdim asılmaya. |