'c'est tragique'süt arabalarını anımsatırdı onun kokusu süt kokardı, biraz da peynir babası dededen kalma hem sütçü hem peynirci bir çay söyle de yanında ekmek ban, ye işte durup dururken aklıma nereden geldiyse gömleğimin şu cebinde bir düğme, on lira, bir bitik çakmak severdi çocukları alev yenge şuradan kısa bir kelime c’est tragique merhaba ayşe. beş dakika sonra öldüreceğim gözlerimi ardınca otobüse bindiğin dakikayı biliyorum ay gibi yürüyorsun beyin hummasına tutulmuş ceylan gözlü nafile çeyizinden düşülmüş güneşi okşuyor yirmi üç numara nasıl ayşe? -iyi. ecnebice kitaplarından ders alıyorsun, iyi ezberle neyi? schiller’in kasidesini en çok ağzı, kuşların gazeline benzeyen babil taraçası el rim teksirinde az çok gül oluyorsun az evvel çok şey düşündüm kağıt kalem alıp uzandım yatağa küstah yorganın altımda sıkıldığını fark edip kalemi yatağın altına düşürdüm hassas ne de olsa, elimi uzattığım yer de bir de ne görsem acımasız tuhaflık şu yatak bir taş derin sulara atlıyor elim dağılmış kolyeyi okşuyor pis kaldırımların taşlarında oturmaya benziyor başta güzel, arabalar farlarıyla, kediler bıyıklarıyla selam verip geçiyorlar buradan geçen çok giden demek istiyordum yorgan yine de hep kısa kenarıyla üzerime çıkıyorsa uzun tarafını kime kaldırıyor bahçelerde son telaştır açabilenler açıp, çiçek olmuştu şeytan tırnaklarıyla toprağı deşmekte lacivert parlıyor son market yaşlı bir kadın köpek seviyor ben kediciyim bir çeşme gibi akma eğiliminde dört yol üzre sarı şeritler kan gölüne işaret ne yazık bir cinayet çıkarabilene kardeşçe anlaş tek minareye yeşil boya uçuk ağzıyla özlem kıyıda halıcı beytidir sesi; -hurra ha, yer yer kesik doğu raksına dün dört bir yanından öpmüştüm bugün bir barınak kadar ufak annesinin yüzüne benzeyen kızlar burada bakışmalar kekeme, bencil pencerelerden bıktık balkon, bacaklarımız bizim anakonda bir tür lekedir sevmek, derin sularda taş fidanların can verdiği lain meydanlar mutlu musun ey rum padişahı türküler haraç mezat ölümler ardına denize varmayacak her su kutsaldır bundan sonra gözlerini döven bulutlar, saçların ben bu suyun ardından peygamber sabrı okudum ana dilinde yetim, ketum nasıl olsa acılar baba gözünde metin, yekun nasıl olsa kavgalar ellerinde çiçek taşırken güç bela kadınlar alnında iyi tarihler okudum. yabancılardan biri suyu kirletmez ama yabancı kıyısına kadar kısa sürer gündüz, gece çok uzun toprak dilinde ürperti teni, takıntıysa yalnız takı mevsimler dilinde sen kırmızı üzüm, yakından daha şarap ince parmaklarınla ciğerimi okşuyorsun benzerlik muhteşem. yine bahar. kediciyim ben. kederin kadınsı kıldığı namaz sonrası eller havada saçlarımızdan başlıyoruz kesmeye takvim yapraklarını bir zaman sonra en çok babasına yakışır insanın saçı kediler yan mahalleye taşınıyor topla tası tarağı ayşe kesiyorum bu masalı. |