Çıkmaz sokakbüyük kanatlı eski bir kapı avluya girdiğinde gübre kokusu saman kokusu, nem kokusu sonra çıkardık üç beş basamak tahta merdivenleri nasıl açılırdı bilmem ki Tanrı’ya yakınlaşır gibi eski evin çardağından çıkınca kaşa güneşin bize yaklaşması kardeşim nasıl saklanırdı burada bir iki bacadan başka bir şey yoktu burnumuzdan gelinceye dek güneş dolardı içimize kaybolduk sanırdık bu kocaman ışık altında oysa boy verirmiş bize sıcak koynundan o yürüdükçe sallanan küçük pencereli evde öğrendik şarkı söylemeyi belkide konuşmadan önce bir salıncağımız vardı annemlerin karyolasının ucunda sallanırken şarkı söylerdik kardeşimle arka sokak dinlerdi kim bilir kimler geldi geçti buradan üç beş zeytine, yavan ekmeğe talim edenler şöför hüseyin, fotoğrafçı masar ağa, karısı ayşenim saysam daha kimler, kimler Zübeyde sarı at kuyruğu saçını sallayarak mustabeyin bakkala koşardı ya kalem, ya defter alırdı ya da peynir yazdırırdı veresiye defterine aybaşı verecek derdi babam bu çıkmaz sokağa girsen kaç eve bakardı kimi dıştan merdivenli kimi içten zaman aynı, insanlar aynıydı hemen hemen şükrederlerdi kırıp yediklerinde soğanı yanında kuru fasulyenin, mercimek çorbasının ekmek çarşıdan alınmazdı daha mahalle fırınına omzunda götürürdü annem hamur dolu tekneyi şimdi küçük bir çantayı götüremiyor o günler hem çok uzak, hem de yakın uzaktan bir film izlerce bakmak çoğu ölmüş sokak insanlarını anarak hiç ölmeyecek gibi yaşayan o insanları bir şiire sığdırmak zor.. 22. 01. 2017 / Nazik Gülünay Şiirin güne düştüğünü şimdi gördüm. Seçici kurula çok teşekkürler.. |