Bir adambir çınar yaprağı önünde rüzgârın yalnız kanepede uçuşan yapraklar düşlerini yitirmiş bir adam oturuyor koynunda sevdası yıllardır gizli eski sararmış gönül defterinin sayfasını açıp, kendine bile söyleyemiyor onu ne çok sevdiğini at kestanesi yapraklı yolda kaldı ayak izleri ay tepeden kaç kez güldü aşk sarhoşuyum diye haykırdığı gecelerde kaç yıldız düştü sevdasına koynuna aldı savurdu dumanını isli bir bacaya döndü ciğeri ellerini sararttı sigaranın dumanı bir resmi ne çok okşadı sevdi yırtıp atamadı sevgiyle bakan gözleri oysa ne çok yaşanmamış yıldı buruşturulup atıldı çöp sepetine ne çok düşü yarım kaldı yaşanmadan götürüp attı hayat süpürenleri, çöpçüler dönüş yoktu artık geriye sarıyordu yıllar düpedüz yaşayıp giderken düşe kalka hiç zorlamadan ev sınırlarını kayıtsız bir sürü dert bindi çökük omzuna yaprak dökümü başladı ömürde derken saç sakal ağardı bir bir baba, bir dede kuruldu koltuğa pencereden izledi uçuşan çınar yapraklarını yitip gittiler önünden aşkı gibi nerde yanlış yapmıştı kararsız kaldığı günleri anımsadı ay soğuk bulut arasında gizliydi yıldızlar öyle uzak öyle uzaktı sevdiği açamadı koynuna kilitlediği düşlerini düşündü kanepedeki adam bir çınar yaprağını rüzgâr sürüklüyordu!.. 15. 09. 2016 / Nazik Gülünay |
Bir kucak dolusu elma ile bayırlar aşan bir genç kıza rastlamış…
Bozkırın sıcağında yorgunluktan al almış kızın yanakları.. “Nereye gidersin? Ne doldurdun kucağına?”
Diye sormuş derviş.
Uzak bir tarlayı işaret etmiş kız:
“Sevdiğim çalışıyor orada…
Ona elma götürüyorum.” “Kaç tane” diye soruvermiş derviş.
Kız şaşkın:
“İnsan sevdiğine götürdüğü şeyi sayar mı hiç?” deyivermiş.. Ve usulca koparıvermiş derviş elindeki tespihin ipini!
…..”