Ağlama Çölü
soluk aldığın yerde kaldı güneş
toprak yolun taşlarıyla dertleşti terim özlem yitik birgüne gizledi anlamını ılık bir yağmurdu kokusunu yorumlayamadım zamana kafiyeli bir uzaklıkla anılaşıyorsun ya bir de ömrü değişik adsızlıklarla geçiriyor göğüm... yaz sessizliklerine yürüdüm yüksek otlarda yolu bucağı belirsiz böcekleri dinledim kurak kasaba mezarlıkları gördüm rüyalarımda tembel ve gölgesiz bulutlar saydım sıkıntıdan orman kokulu bir karanlıkta ıslak sesindi tonu öğlen uyanmalarına fit uykuma ilaç acıma yeni bulvarlar açan son koşuda... ömrün sözcüklere bölünme yerlerinde de bir tek ve hep kendimi unutuyorum ne güzel demek bu ağlama çölünde de tadındayım pusulasız bir rüzgarın peşine kapılmanın şehirlerle ve kalabalıklarla köprülerim atık ıslak yanaklı bir dağa dönüşen kalbimin belli ki temmuzsuz ikindisine haksızlık edecek ölüm... saatler tam ortasındayken tüm yalnızlıkların kalalar ve geçeler yorgunu yoğunluğun üşümesiyim belli ki anlamını ezberlettiğin cehennemde denkliği tanrıdan tanınmış bir okuldan terk sonbaharının peşinde susuz yokluğunun müziğine ayarlı ve ayrılık yaşlı bu sessiz kuşatmada renklerin yengisine doğru... gecenin camı kırık sayılırken atlanmış yıldızım çocukluk ırmağımda hiçbir saf ayaklarını ıslatmamış iç geçirmesiz ilk akşamda kuşları vuruluyor masalımın zamana beklemeyi öğütlüyor sabrım hiçbir ufka hiçbir gemi düşlenmiyor susmalar denizinde boğulan gözlerim kirpik kirpik kulaçlıyor boşluğunu... kağan işçen... |