Tırtar / Oyuncak
“-senin bu Dal Memedin tek mukatı bu deği(l) ki
ovaya gederkene aya(ğı) bi daşa dakılmış işi ğücü burakıvımış daşı pinçek pinçek edesiye el ovaya varmış” biğün bu baksaykı bunun köpe(ği)ni bi köpek boğmuş boğazından dalamışlar gan-man evin öğünde de bi köpek izi hemen seğidiyo delikli demiri gaptığı ğibi düşüyo köpeğ-izinin peşine Asarın altından, Eriklerin yannına köpeğ izi çi(f)tlenir, aralaşır, garışır birbirine Tuzladan, Günsüzünaltına, Löpeliden, Teğmen deresine za(hı)r köpek bi davşan, dilki izi file sürdüyse çalıların içine file uğradıysa yahut da bi dilki gecede ğündüzde olur a! her bi yanı dolaşdı bu “çııık! çık” deye bağırı çakar-almazın tetiğine basarımış epili bi barıt-gapsin harcamış” .. “-bi de; kürek çekelek gayığı gıyıya yanaşdırayın derkene dalga foşşadak hadee gayığın içini doldurmamış mı seninki küre(ği) alıvırıyo eline yermin yememin, bi ğözel döğüyo dalgayı haddini bildiriyo denizin” “-len biğün de Gölyerinde armıdın kölgesinde açcık dinlenivireyin derkene, kölgenin yeri değişiyo, bu da kayıyo kölge yere, ıccık canı geçiviriyo baksaykı alanda gene .. erinmeyo gakıyo ordan yolduğu bi desdeyi armıt ağacına ağdırıyo derkene deli lodos çıkıyo, ağacın dalındakı desdeyi aldığı bille savırıyo seninki ediyo-edemeyo çıkıyo ağacın kölge olcak dalına, öteyki dalları birvirine ipinen gasıyo, üsdünü desdeynen garaltı ediyo.. sıkışdırıyo bi ğözel çonalayo seyrek dalları da.. tam aşşa enecek “küt” deye gerilen dallardan biri gırılıyo, derkene bi de basdığı dal gövdesinden çatıradak ayrılıyo, olcak ya gari Memed a(ğ)a ayağıynan yüklene, yekine-yencile ağacın başını çot ediyo da atıvırıyo yığıvırıyo yere” hinci adam haksız mı siz olsanız neyderdiniz adın çıkça(ğı)na canın çıksın demişler adamın adı çıkmış dokuza inmez sekize hoperlör çeliği de olsa , hiç oyuncağım kirebolum , kıltopum bile olmadı hatta fıyığım ne ağaç tekerlekli arabam ne de cırcır çevirdim ne Cavite yalakalandım sınamak için, çeliği ne de Cavit işi düşmedikçe selam verdi fıyık çalmayı bile beceremezdim ders çalışmaktan başka şey bilmedim. ne fiççem, ne sünger taşım ne sünger lastiği aldım kepiciden, ne çalıdan, çatal kestim ne keklik yumurtası topladım ne palaz yakaladım ne de palazıma çekirge ne kuş avladım, ne de yuvasını dağıttım.. arpa beklemeye giderken götürdüğüm koltuk sapanınıyla da taş atmayı beceremezdim fırıldak çevirsem, kamışından düşürürdüm haşhaş sapından yaptığım kağnının da tekerleğini uyduramadığımdan, kırık, yamuk, tekkanat sürüyerek götürürdüm aynı yerden gide gele belirginleşti cümle kapımızın yanında çelen dibindeki sözde kendi şosemi kimseye göstermeye cesaret edemezdim ki sözde grayderim kayrak taşla açtığım yol da olmadı gitti.. sadece Cavitin cebinden çıkardı, toplu iğneyi, demir parayı çeken mıknatıs –radyo çeliği- bizimde radyomuz olsa da, babam kırsa diye herkes içgeçirirdi başkalarının da cepleri kabarık dururdu çağla, dağ armudu, dağ eriği, kış mevsiminde de kavurka olurdu yazları; ipli çakı, koltuk sapanı, süngertaşı ama bunlar okul zamanı yasaktı kayısı çekirdeği, çakmak taşı, gazoz kapağı, tabanca mermisi kovanı halı ipi et top , ne et top, ne sünger, ne sapan öğretmen masasını doldurdu bir kişinin cebinden çıkan masada öğretmen, yanında Azizin Ramazan bir sürü çevre, mendil, gınnep, halı ipi, (bozuk, kırık, renkli) çeşit-çeşit kalem silgi ve burgu bıçak zinciri, çataliğne , eski enjektör, birkaç tane eski yılların banka takvimi, bekçi düdüğü, ayna kırığı, hurma çekirdeği, hacı filmi bozuk saat parçası, kuruboyalar tükenmeye yüztutmuş tükenmez kalemler işe yaramaz kalem, oyuncak parçaları cebe koyulduğu unutulmuş eski oyuncaklar, ezilmiş, yırtılmış kibrit kutuları sakızdan çıkan artist fotoğrafları güneşe bakılan siyah camlar ilaç kutuları, şişeleri, kapaklar bankalar; takvim verirdi yılbaşlarında bankada hesap açtıranlara bankalada yakını olanlara bir de çocuğu olanlara kumbara atılan paralara yanardık banka takvimlerinde Türkiye haritası birbirlerimize haritadan il sorardık hiç görmediğimiz illerin plaka numaralarını.. defter artıklarından imal cep defterine ülke, başşehri, yüzölçümü geçim kaynaklarını listelerdik hiç kullanmayacağımız ölçüleri, deniz millerinin, inçlerin birbirleri cinsinden ne ettiklerini hesaplardık hiç görmediğimiz trafik işaretlerini ezberlerdik dikkat inek çıkabilir ………………. azaminin neden -en az- olmadığını anlayamazdık bilmeyenlere, bıyık altından gülerdik ne koltuk sapanım oldu, ne de sapan daşıynan serçe avladım, ne keklik yumurtası topladım ne palazım oldu, ne de palazıma çekirge avladım ütmelik yolmaya gittiğim nohut tarlasında minicik bir göcene rastladım işim bitince alırım diye, koydum yuvasına geri döndüğümde elimle koymuş gibi bulacağımı sandım bulamadım oysa tavşan; yavrusu göcene "yedi gününü yetirdim bıyıklarını bitirdim haydi yavrım sen dereye, ben tepeye" der göceninden ayrılırmış tavşanın ön ayakları kısa olduğundan inişe gidemezmiş ama yokuşa giderken tutulmazmış üstelik göcen kaçarken görülmeyecek kadar süratli gidermiş “-davşan yavrısına başıyın “çarasine bak anandan bile medet umma” derimiş.” “-mahlukatın en garibeni davşandır alıcı ğuşlarda, yırtıcı hayvanat da davşan etine bek maraklıdır oyusa tavşan bi ot yer bi ğuş ganat çırpsa ürperir tevlike sezdimiydi de olduğu yere pusar yünseklerde dönelek, olduğu yerde çakılı galalak akboba, gartal gibi yırtıcı kuşlar tavşanın olduğu yeri tesbit ettilerse pike yapalak avının üstüne çullanı(r)lar davşanın şansı zıfır eninde-sonunda nasibi; ya başka bi gurt-ğuş ya da omzutüfekli avcıdır gaşsa-gaşsa, nereye ğadar kim demiş çıkmadık canda umut var DİPNOT pinçek: çok küçük parça delikli demir: tüfek, silah çakar-almaz: eski tüfeklerin bir çeşidi desde / deste : biçilmiş ya da yolunmuş ekin-ot demeti, öbek, kirebolu: bal mumu (prepolis) kıltopu: kaşağıda kalan öküz kılları elde yuvarlanarak sertleştirilir fıyık: baharda söğüt dalından yapılan düdük, ıslık gibi ses çıkardığından bu isim verilmiş olmalı cırcır : çember sünger taşı: sapan (sünger lastiği iç tekerlek lastiğinden düzenli şekilde kesilerek hazırlanmış lastik) sapan lastiği / sünger lastiği iç tekerlek lastiğinden düzenli şekilde kesilerek hazırlanmış lastik) koltuk sapanı / sallansapan : baklava dilimi şeklinde, taş konulacak yeri olup 50 cm kadar iki tarafındaki ipiyle (biri parmağa geçirilip diğeri bırakılabilecek) sallanılarak taş fırlatmaya yarayan düzenek, sünger/sünger taşı: tekerlek iç lastiği dilinerek hazırlanan ve bir çatala sabitlenen ve yorak içine konular baş parmak büyüklüğündeki taşı fırlatmaya yarayan düzenek, sapan sapan: (burada sapan ip örületek yorak bibimi verilmiş uzun iple çok daha uzağa taş fırlatılan düzenek olarak adlandırılmaktadır.) et top: sıkıştırılmış, süngerimsi lastik top burgu: (o zamanlar – burada) kalemtıraş çatal iğne: çengelli iğne, asker iğnesi yetirmek: yetiştirmek, tamamlamak, bitirmek, bitirtmek tevlike / tavlike / taflike : tehlike pusmak / pısmak : çekinerek saklanmak, görünmek istememek, sesi çıkmamak, suçlanmak Resimdeki Bedel’in Memetali Allaha emanet olsunlar |
Kendisi yapardı.
Kuş vurur halamın eltisi olan Halime abaya götürürmüş.
O bizimkinin vurduğu kuşları üç beş kuruş verip alırmış.
Hiç hoş değil tabi.
Bu şiirlerinde hep çocukluk, ilk gençlik günlerime gidiyorum.
Halamın evine, onun kapısının önüne.
tebrikler kardeşim,
selamlar..