yaşayarak anladıkakan su pislik tutmaz derdi annem suyu avucumuzla içerdik dereden çayda kırda bahçede büyüdük koştuk dere tepelerde çiğdem topladık köklerini yedik toprak damlı evlerde büyüdük yağmur yağınca dama çıkardı babam sıkıştırırdı toprağını bir gereçle bak şimdi adını unuttum leğen koyardık odaya akan suya o zaman öyle doğaldı karyolanın üstüne yağmur akması ya da fare düşmesi yastığa, ölmesi şimdi başkası yaşamış sanki anlatıyorum geçmiş geçmişti bir gaz lambasının altında annem nakış işlerdi tel kırma yapar satardı öğünürdü gremsiye almakla bir örtü edermiş neredeyse bir büyük altın sonra üzülürdü babanız elimden aldı bu ev kolay yapılmadı memur aylığıyla diye eski tüller kalmadı naylon tül ile bize de tel kırma işledi annem değerini bildi mi bilmem kızım örtü yaptı masaya eski günlerde suyla karıp toprağı heykelcikler bile yapardık uçsun isterdik yaptığımız toprak ayakkabılar yürüyemez idik bir adım içinde olduğumuz küçük evlerimiz vardı bir de pencereleri çöpten bacası tütmez sonra saman çöpünü yaktığımız gaz ocağı tutuşturup yakmak isterdik inatla yer çekimini elma ağacının doruğunda anladık uçmayı hayal ettik ama düşeceğimiz dank etti kafamıza ayağımıza bağladığımız ipi yere attık bir türlü kanat yapamadık kollarımızı sonunda üzülerek gördük ki tutarmış akarsu da pislik nereye değerse insan eli o yer kirlenirmiş! 21. 09. 2015 / Nazik Gülünay |