En güzelisin en ölülerin
Kavruk bir rüzgâr, düş gibi ve işgal.
Merhametin yittiği bozkıra sürdüm atlarımı, kırık bir
gecede yahut
Büsbütün balçık, yara bere içinde ben ve muharebe.
Irmak gibi coşkundum düşündükçe seni
Önce rüzgâr, sonra ben
Büyüyen gözlerine aldırmadan öpmüştük dudaklarını.
Bir şiirin ilk mısrası gibiydi gözlerin
Öyle ilk, öyle ilk, öyle ilk yine.
Gözlerin nereme dokunduysa
Bıçak kesiği gibi sızı sızı oralarım.
Altında oturduğum ağacın yaprakları çıtır çıtır
Önce rüzgâr, sonra ben
’’Bu denli yorulmak yaşıma aykırıdır’’ belki.
Dudaklarımda bir esinti şafağı uyandıran dudakların
Dokunduydun, kekre bir düş gibi düşerek uyandım sessiz.
Saçların çıplak bedenime değen ılık bir ürperti kuş kanadında
Ellerin dizinde, parmakların aralanmış ve
Kirpiğin henüz düştü yatağıma.
Dudaklarındı mandalina gibi beliren sanki
annem uzatmış ansızın
Karanlık bastı, üstelik susadım, boş bir odada yalnızım.
Göğsümdeki ağrı durmadı, yitmedi acım.
Bir ananın elleri gibi medet umarsın beceriye ya da
Kabuk tutmuş yaralarını kanatırsın dizinde.
Kibirli karanlığı seviyorsun belki
Kibirlisin belki, belki kendi karanlığından korkuyorsun
Kaskatı kesiliyorsun değince dudaklarım kasıklarına çiğ gibi
En güzelisin en ölülerin
Karanfil ayrılıklarına rastlıyoruz kımıltısız yatağımızda
Ki, karanfil ayrılıkları; çamaşırları avucunun içinde sıkar ve fırlatır
Apartman boşluğunda uğuldar ıssız, tenha adımlarımız
İç çekişi vardı karşılıklı oturan ve çarpışan gölgelerimizin
Kazağım kedinin tüyleri, dudağımda dudağının taze tadı tatlı.
Bakışının düştüğü sehpa boş, henüz ölmüş kelebek
Düşün ki saçların uzun azıcık, sehpada ölü bir kelebek
Düşün ki sen bir yaprak,
Bense kelebek.
En güzelisin en ölülerin.