SIRÇAyağmurun göz kırptığı zulası toprak kokulu vakit ... son bir tütün sarılığı ve perdesi havaya dağınık tek kişilik pencere havasızlıktan grileri solumuş duvarın küf yalnızlığının suretinde damar damar çatlakların yıllanmışlığı uyuyor ağır ödenen her hatıranın siyah beyaz kareler içine gömüldüğü sorgulamasız bir gecenin bilinç kaybında demli bir çay kıvamı hayat daha özlemin resimleri tuvallere düşmemiş daha ölümü kutsayıp yaşama denk gelecek heceleri ilhamdan çalmamıştır şair camların önlerine belenmiş mevsimin kitabelerden arta kalan sesleri bir ozanın baş ucu sorularına değip cevaplar kırdığı o sır yanlarını ifşa ediyor sayfalar üzeri küllü tahta susmaları ozanın değer verdiği bir asanın toprağa değişidir sandığım hüzünler dışarının rüzgarında parçalara bölünürken avucumun çizgilerine yazdığım göçebe ozanın üstüne giydiği uçurum şarkılarıdır ... arka cebimde duran karışık harfler kavimler dolusu kağıtların bir yerine düşer birazdan bebeğine memesinden hayat akıtan annenin kısa metrajlı kadınlığını yazarım suyun eklemsiz rengine acır her konuştuğunda lal gözleri eteklerine topladığı yıldızları işler beşiğe vazoda kurumuş yalnızlığın sessizliğini toplar her yana saçılmış gözyaşlarını süpürür elinin tersi kuruluğuyla bebeğin nefesiyle koklar arta kalan kadınlığını damı akan düşlerinin altına koyar yitirmelerden kalma sırça ağrılarını bir sürekli kadınlık bir sürekli anneliktir yazıların son merasimi ... argo ağlayan aklın döke saça kendiyle dövüşmesi ruh kapısının gıcırdıyor olmasından dolayıdır artık tütünün sarılığı iki parmak arasını sardığı zaman saatin tik tak uğultusunda iner kirpik uçlarına yanaşan geminin son yolcusu aksak tenhalığında kent ince bir pusun alışılmış yalnızlığını vurur sokakların dalgakıran karanlığına yağmur sonrası kaldırımın kenarından akan kirli ıslaklık demir yığınları arasından farelerin kemirdiği acılara dökülür berduş üşümeleri büyür boy atmış kimsesizlikte ne bir ayık düş konuşur caddelerin aksanında nede bir yabancı selamlar eskimiş gecenin belli belirsiz beklentilere asılı lacivert kuşlarını perdeleri çekilmiş bir hayat saklanır ve bir ölünün bedeni yıkanır sabaha düştükçe karanlık ... vardiyalar değişirken yaşam işçiliğinde bir soluk bir soluğa devreder zamanı küf içinde ziyan edilmiş hayallerin bile sığmadığı bir parça bez ve ruhsuz bir bendendir geriye kalan çocukluk bir daha ulaşılamayan saniyelik mutluluk umut uğrunda savaşılmamış bir keşkedir aşk göze alınmış düşmeler içinde yamalarla kapatılmaya çalışılan bir giysi ve hayat değeri bilinmemiş bir yalandır artık duvarları tahtadan dört kollu susmaya binme vaktidir kimliği tespit edilmemiş günahları olduğundan emin olunmayan sevaplara çarparak düşersin o bir ömür ezdiğin toprağın koynuna...! kanatları kırık kuşların uçamayan bedenlerinin öyküsü ... |
Şiir resim fon hele resim üzerindeki o Kızılderili söylemi alkışı hakediyor
Yüreğine sağlık usta;Selamlar