11
Yorum
29
Beğeni
0,0
Puan
3262
Okunma

yağmurun göz kırptığı zulası toprak kokulu vakit
...
son bir tütün sarılığı
ve perdesi havaya dağınık
tek kişilik pencere
havasızlıktan grileri solumuş
duvarın küf yalnızlığının suretinde
damar damar çatlakların yıllanmışlığı uyuyor
ağır ödenen her hatıranın
siyah beyaz kareler içine gömüldüğü
sorgulamasız bir gecenin
bilinç kaybında demli bir çay kıvamı hayat
daha özlemin resimleri tuvallere düşmemiş
daha ölümü kutsayıp
yaşama denk gelecek heceleri
ilhamdan çalmamıştır şair
camların önlerine belenmiş
mevsimin kitabelerden arta kalan sesleri
bir ozanın baş ucu sorularına değip
cevaplar kırdığı o sır yanlarını ifşa ediyor
sayfalar üzeri küllü tahta susmaları
ozanın değer verdiği bir asanın toprağa değişidir
sandığım hüzünler
dışarının rüzgarında parçalara bölünürken
avucumun çizgilerine yazdığım
göçebe ozanın üstüne giydiği uçurum şarkılarıdır
...
arka cebimde duran karışık harfler
kavimler dolusu kağıtların bir yerine düşer birazdan
bebeğine memesinden hayat akıtan annenin
kısa metrajlı kadınlığını yazarım suyun eklemsiz rengine
acır her konuştuğunda lal gözleri
eteklerine topladığı yıldızları işler beşiğe
vazoda kurumuş yalnızlığın sessizliğini toplar
her yana saçılmış gözyaşlarını süpürür
elinin tersi kuruluğuyla
bebeğin nefesiyle koklar arta kalan kadınlığını
damı akan düşlerinin altına koyar
yitirmelerden kalma sırça ağrılarını
bir sürekli kadınlık
bir sürekli anneliktir yazıların son merasimi
...
argo ağlayan aklın
döke saça kendiyle dövüşmesi
ruh kapısının gıcırdıyor olmasından dolayıdır artık
tütünün sarılığı
iki parmak arasını sardığı zaman
saatin tik tak uğultusunda iner
kirpik uçlarına yanaşan geminin son yolcusu
aksak tenhalığında kent
ince bir pusun alışılmış yalnızlığını vurur
sokakların dalgakıran karanlığına
yağmur sonrası
kaldırımın kenarından akan kirli ıslaklık
demir yığınları arasından
farelerin kemirdiği acılara dökülür
berduş üşümeleri büyür boy atmış kimsesizlikte
ne bir ayık düş konuşur caddelerin aksanında
nede bir yabancı selamlar eskimiş gecenin
belli belirsiz beklentilere asılı lacivert kuşlarını
perdeleri çekilmiş bir hayat saklanır
ve bir ölünün bedeni yıkanır
sabaha düştükçe karanlık
...
vardiyalar değişirken yaşam işçiliğinde
bir soluk bir soluğa devreder zamanı
küf içinde ziyan edilmiş hayallerin bile
sığmadığı bir parça bez
ve ruhsuz bir bendendir geriye kalan
çocukluk bir daha ulaşılamayan saniyelik mutluluk
umut uğrunda savaşılmamış bir keşkedir
aşk göze alınmış düşmeler içinde
yamalarla kapatılmaya çalışılan bir giysi
ve hayat değeri bilinmemiş bir yalandır
artık duvarları tahtadan
dört kollu susmaya binme vaktidir
kimliği tespit edilmemiş günahları
olduğundan emin olunmayan sevaplara çarparak
düşersin o bir ömür ezdiğin toprağın koynuna...!
kanatları kırık kuşların uçamayan bedenlerinin öyküsü
...