münferitsararmış yaprakları arasına sokulduğum kitabın en münferit yerinde açıklıyorum aklanması zor savaşları ... bağımsız filmlerin bir kaç kişiye perde açmasıyla başlıyorum kalabalıklardan uzak tenha doğruları seyretmeye milyonlarca bir çift gözün hayatı rehin alarak negatif senaryolara aktığı zamanda isimlerini kimselerin bilmediği oyuncuların oynadığı loş ışık altında ve tütün sarılığına bata çıka yazılan hikayeleri basıyorum ruhuma duvarları rutubet içen sinema salonlarında boş koltukların dejenere aşklardan koparak gelecekleri beklemesi üzerime sabırsız bir kayboluşun resmini çiziyor oysa perdeye düşen sahnelerin alt yazısız sadeliğinde hayatın pozitif konuşmalarını tespit ediyorum duygularıma gem vuramadığım seyri açık gişede fişlenmiş ırkların kardeşliğini düşlüyorum filmin eşkıyası vuruldukça dağların zemherisinde arkama düşen cadde üzerindeki sinemada çoğul kapalı gişelerin milyon dolarlar bastığı perdesinde kapanıyor gece kapısının kuytusunda titremeye rehin çocukların üstüne başına basa basa geçen marjinal dağınıklık birazdan kentin renkli karnına oturur ve satılmış üç beş simidin susamı kalır evine giderken zar zor ekmek alacak olan babanın tablasında ... kimliğime saklı duran ihtilal yalnızlığımı hiç hesaplamadım varsa yoksa siyah bir çocuğun tespiti gereksiz adında yasadışı şiirler topladım kıymık batmış bir ülkenin kanayan karanlığında kelimelerin kitap sayfalarından alınıp götürüldüğünü ve kapak resmindeki insanın ölüsüne küfürler edildiğini çocukluğumu ergenliğe sürgün ettiğimde öğrendim karanlığın yırtılması adına aşktan vazgeçildiği ütopik kavgaların gerçeğinde sıyrıldım dayatmacı kavramlardan her duvara yazılan bozuk harflerin tek tek nasıl bir yıldız doğurduğunu anaların ağıt meydanlarında kayıpların ardından söyledikleri türkülerde duydum roboski’nin otuzbeş etmediğini düştükten sonra ölümün katırların ardından ağlayan vicdanlardan öğrendim şimdi sayısı doğruyu geçmeyen insanlarla rutubet kıyılı sinema salonunda arzın merkezindeki sıcaklığı hesaplıyorum ki soğuk gel git düşlerden hiç kurtulamadımki sevgili kırlangıçlar göç ettiğinde geride kalan güzle yıkandım her düştüğüm kaldırım taşı şubat enkazı basıyor avuçlarıma seyri dramatik gerçek bir film gibiyim hesapladığım bir sıcak iklimin sessizliğine gidiyorum ağrılarımı mektup zarflarının yapışkanlığına adadım hiç bir adrese ait olmayan ölü bir ben bırakıyorum ... |
evine giderken
zar zor ekmek alacak olan babanın tablasında
Finali çok etkiledi beni çok saygılar her gün bu kadar şiir kutlarım zekanı