İçi Uçurum
içi uçurum yokluğu
yolu yoluma değen bir kapı duruyor ileride sızlanarak konuşacak oluyor çabuk aramızda dalgalanan esinti tarihleri doldurup içti aynısı aynada yankı pencerelerde biraz sonra uyuyarak veda edeceksin bana ellerim eteklerinde olacak sensizliğin dokundukça tertemiz kirlenecek yanakları elbiselerin cız dedi sizli bizli cız orada bir sobanın karnını yakarak ağlattığını hatırlamıyor kelebekler o yazın bir sonraki hali turuncu bir karmaşa kar sonrası gök kuşağı beli ince yasemin ve kelimeler üşüyormuş yağmur yağarken uzaklaştırıp soğuttuk mesafeyi kül pazarından arta kalan dinginlik bir alfabe istiyorum sizden son bir söz dirileceğine dair fırtınalarınızı dindirip sesimi ulaştırın kainatın en uzağına gürültülerle uyan kalk dönüş görüp ağla son dileğin olsun sustur su alırken teknedeki korkulu yankımızı ıslanırken ürperen öpülmenin arka yüzüne benzer karanlığa batarken can veren bilinmezliğin yeni dokusu içi içeme geçiyor daha da daha bir rehavet uykusu desem nasıl yoğun bir yumuşaklıktır ki madde ile algı arasına giren sonsuzluk karışarak anlaya bileceğin sevgiyle tanımlanır en hafif en son ölümün ilk öpücüğü. |