Eyvallah!...
Duvarların sıva çatlağından özgürlük koklayan
Cami avlusuna bırakılmış sahipsiz bir suça İsim babalığı yapan, bir avuç mülteciydik biz. Dört duvarı doğru dürüst bir oda bile etmeyen Ana rahminden bulaşan bir yalnızlık içinde Aşk diyorduk, dava diyorduk, dost diyorduk... Yapraklarını dökmeyi unutmuş sonbaharları Bahar saydığımız o günlerin hatırına Kapının altından üfleyen ayaz soğuklarını Yaz diye biliyorduk biz buralarda. Dışarıda yağan yağmura kulaklarımızı tıkıyor İnancımızın kırılgan yanları ile yüzleşiyorduk Kanayan yaralarımıza ağlıyorduk her gece Kahire’den Şam’a, Gazze’den Bağdat’a. Ceketimizi asacak buğulu bir cam ararken Paslanmış suya ekmeklerimizi banıyorduk Gündüzü gecenin koynundan almak için, Çürümüş zamanın dişlilerini onarıyorduk. Kimimiz her gün dua ediyordu Güneş avluya doğsun diye ama Hayal kırıklıklarımıza basan yüreklerimizin Kanayan yaralarına tuz basıyorduk. Hem kendimizden daha çok Güneş görmeyen çiçeklere üzülüyorduk. Günler gelip geçiyordu kimi rivayetlere göre Aklımızı ikiye bölen soğuk koridorları Ancak ziyaret saati bağrışmaları ısıtabiliyordu Her ziyaret için bir saat ayarlayan devlet baba Nedense her saate bir ziyaretçi ayarlayamıyordu. Daha savaş çıkmadan ölen çocukların hatırı için, Gökyüzünü öpüp, ona da eyvallah diyorduk. Eyvallah!... |
oldukca hoş anlatımlı
melek kadar saf ve tamiz
duygularla yazılmış kutlarım