Ayşe!
Aça
nişan olsun, düğün olsun, yazmayla kapısını çalan her okucuya ; “-geliriz, gelmemiyiz hiş” derdi … “-sevmiş, saymış, oku yollamış” tafsilatları aldıktan sonra “-geliriz, gelmemiyiz hiş” derdi kamışların arasından Aça oysa; ne nişanlara sini götürdüğünü gören olmuştu ne de düğünlerde boyunu-posunu, ne katılmış, ne oynamıştı ne misafir ağırlamış, ne cenazelerde ağlamış ağıtlar yakmıştı ne bir yere gittiğini ne merdivenden bir basamak indiğini, ne yanına varan olurdu, ne de o gitti başkalarına yerden evceğizinde hapisti Aça ama tellalın ne ünlediğiyle, bağı-bahçesi varmışçasına kanal nereye akacaksa, sanki saltıkçı başına varacakta koca köyde ne olup bittiğiyle, çoklarından fazla ilgilenirdi köyün ücra köşesindeki evinde herkes öyle kabullenmişti nedenini sormazdı kimse bir haftalık gelinken, kocası askere gittiğinden bu yana merdivene ayak basmazdı Aça pek öyle herkesle de konuşmazdı selam verse, rastgele biri, içeriye kaçardı yoldan geçenlerin bir kaçını kollar, bekletir, en çok ta hergele çobanının kızı Elif’den havadisleri sorgulardı işin aslı diğerlerinin umrunda da değildi, Kurban Bayramından, Kurban Bayramına “Allah gabil etsin” derdi kapısını çalana çoklarını bilmez tanımazdı koca köyde; bir elin parmağı kadardı olsa olsa kiminle ne konuşacağını bilirdi Aça koca köyde bir o koğ bilmezdi ilenmezdi ha deyince; çeşmeden dönmediğini zannettiğinde çığlık halinde Naciye’ye seslenirdi kimse bilmezdi ne dediğini kimseye zararı yoktu kendi halinde zavallı biri çok şeylerin farkındaydı, aslında ama başkalarına göre ha vardı, ha yoktu Aça Musalla’nın karşısında kamışların arasından görebildiği kadardı bütün dünyası geç farkına varıldı kamışların aralanmadığı Naciye de anlamazdı anlam verememişti, uyanmadığına çoktan son uykusuna dalmıştı Aça yapraklar hışırdadı, bir-iki ağaçlar sallandı, bir sağa bir sola yağmur çiseledi, birkaç damla yanar yaz ortasında evinden ilk çıktığında sal’landı, musalla taşına evinin yanıbaşına Naciyenin anası, Pandalın karısı Aça nişanlarda, düğünlerde hep vardı… “geliriz, gelmemiyiz hiş” derdi gitti, gelmedi köyün nüfusu azalmadı köy yukardan aşşa sayılsa Aça’nın esamesi okunmazdı rastgele birine sorulsa yaşıyor mu, yoksa; gerçek dünyaya götçümü diye teretdütde kalırdı kimse kimseyi bu yüzden ayıplamazdı fırtına kopmadı, şimşekler çakmadı köpekler uzun uzun ulumadı kamışlar arasından bakmadığını kimse fark etmedi Elif’den başka Elife de bir şeyler sormaz olmuştu Aça ardından ağıtlar yakılmadı ona değil, kendisine ağladı ağlayanlar “Aça ……. sizlere ömür” denildi, köyden haber soranlara o kadar bir hışırtı, biraz yağmur, o da birkaç damla Hakkın rahmetine kavuştu Aça yapraklar hışırdadı, ağaçlar sallandı, yağmur çiseledi, yanar yaz ortasında evinden ilk çıktığında sal’landı musalla taşında Müslüğün kızı Pandalın karısı Naciyenin anası Aça Musalla’nın karşısında kamışların arasından görebildiği kadardı bütün dünyası çeşmeden dönerken yere testisini, helkesini koyup ta dinlenen Elif’e bir de bazı talebelere seslenirdi küçüklere “Senget’de mi okuyon” bana da “-şey mi?.... len çocuk İzmir’de mi okuyon sen” derdi her defasında “-hı hı” derdim, yormamak adına “-Melidi görüsen bi çok selem et” “-olur söylerin” derdim tabi o zamanlar bilmesem de İzmiri O’nun da Senirkent’i gidip-gördüğünden, İzmir’i bildiğinden değildi tabi Eşe Senirkent de gelindi, Kabak Mevlüt İzmir’de işçi yapraklar hışırdadı, ağaçlar sallandı, yağmur çiseledi, yanar yaz ortasında sal’landı musalla taşında Kabak Melidin Eşe’nin Gülseren’in anaları Aça dile gelse de konuşsalar o gün musallada olanlar kendinden başka herkesin “kendilerine ağladığı”nı anlatırlar koca köyden birkaç kişi sadece evinden ilk çıktığın da evinin yanıbaşındaki musalla taşına geldiğinde dört kolluyla, kul sayıldığında, birilerinin aklına geldiğinde adam yerine koyulduğunda eller üstünde tutulduğunda Aça …….. hışırdamış yapraklar sallamış ağaçlar birkaç damla çiselemiş o kadar ağlamamışlar ağıtlar yakmamışlar ne fırtına, ne rüzgar birkaç damla yağmur o kadar “Allah kurtardı” demişler “başınız sağolsun” dememişler diyecek birini bulamamışlar, o gün fayda yokmuş, oğlandan kızdan gelinden neden sonra duymuş, gelmiş, sahiplenmiş kardeşi Elif, Aşşamelle’den Naciye aldırmamış olup bitene ardı-sıra bakakalmış mevtaya kamışların ardına saklanmış Aça o akşam örgülü yerine gelinmemiş daha öncelerdeki gibi taa öte mallelerden kap-kap yemeklerle birileri rahmetliyle ilgili herkes bir şeyler anlatmamış yalan-yanlış, rahmet okumamış kimse dedi-kodu etmemiş ardından mirası için kardeş kavgalarına tutuşulmamış ne haftası, ne kırkı, ne elliikisi ne sin kurbanı ne mezar taşı! de! ki yaşadı, günahıyla-sevabıyla, ağrısı-sızısıyla, bir başına zavallı Aça kırk yılda bir gelirim köye ……… köyde ne hergele kalmış ne hergele çobanı Elif gelin olmuş, iki çocuklu babası yaşında birine Zedefçe merhum, sizlere ömür hergele çobanı Karasümbül’ün karaörtü, “yerden evi ” virane mezarlığın çelenleri tarumar, tarumar Pandalın gözarasında kamışlar kamışları aralar “İzmirde mi okuyodun len çocuk, sen” der başımı sallar “-hı hı” derim gözlerim dolar rahmet dilerim kazara yanımda biri varsa içeri kaçar Aça DİPNOT AÇA : Aşa.. Anşa, Ayşa Ayşe çocukça söyleniş Müslüğü Elif’in çocukken ablasına söyleyişinden kalmış olmalı okucu: okuyan, oku dağıtan, düğün davetiyesi(peşkir vs) dağıtan kimse oku: okuntu: düğüne buyurun hediyesi, davetiye örgülü yeri: cenaze evinin akşam hali örgülü : ölgülü, ölü çıkan ev, Ölü çıkan eve eşin, dostun, komşuların götürdüğü yemek. yerden ev: tol, altında samanlık, ahır gibi kısımları olmayan bir katlı zemin üzerine yapılmış, iptidai ev Fotoğraf Hakan Meriç |
Emeğine sağlık.
Sevgiyle...Dostlukla...