Nakarat
Sökülmüş acılarımızı dikiyoruz,
elimizde iğne iplik ve dilimizde tentürdiyot tadı... akıp giden zaman değil, kan, ve akıp giderken vücudumda ki kan, sen de gidiyorsun bir yerlerde... Söylesene akıp giden kanları temizlemek için ne gerekir? Sen de bilmiyorsun... Bildiğim bütün duaları unuttum adını tekrarlamaktan, adını tekrarlıyorum, adının yanına atılan yeni adları, eline mesela, atılan yeni elleri, dudaklarına değen yeni dudakları... Söylesene kafamdan bu düşünceleri atmam için ne gerekir? Sen de bilmiyorsun... Bilmemek ayıp değil, çünkü sorsalar bana, onu ne kadar çok seviyorsun? diye, işte o zaman bende bilmiyorum... nasıl desem, seni nasıl sevdiğimi anlatabilecek bir dil bilmiyorum işte... anlatamam ama gösterebilirim, elini uzat... Böyle diyorduk işte, körü körüne ve ellerini tutan başka elleri görmezden gelerek, ellerindeki kiri çocukların masum kirliliğine benzeterek... Ellerindeki kiri temizlemek için ne gerekir? Sende bilmiyorsun... Bilmezden gelebilirsin, bunu anlayabilirim ama beni yok sayamazsın... nasıl desem, Allah... o bir can verdi bana, sonbaharda dökülmek üzere olan bir yaprak gibi.. sen de aldın, su verdin, güneş verdin, nefes verdin... ellerinle büyüttüğünü yok sayamazsın, bunu yapma... Öyle bir acı ki bu, derin... seninle dikilen, seninle yırtılan, kanadığı zaman seni akıtan... nasıl desem, hem seninle, hem sensiz... Sökülmüş acılarımızı dikiyoruz, elimizde iğne iplik ve dilimizde ki tentürdiyot tadıyla... akıp giden zaman değil, kan, biliyorum. ve akıp giderken vücudumda ki kan, sen de gidiyorsan eğer, adının yanına atılan başka adları silerek, ellerine değen başka elleri kopartarak, dudaklarına değen başka dudakları yırtarak, zamanın içindeki akrebin zehrini akıtarak, şunları söyleyebilirim arkandan, bir nakarat gibi... "Toprağa su, Bitkiye güneş gerek, Gitme." Onur Budak |