tohumdüşmüşüm dizlerim kan ki büyümemiş çocuksu bir huyken başımda yaşamak denen şey savrulmuş bir kılıç gibi hâlâ ay gökyüzümü tırpanlamakta düşmüşüm avuçlarım sis annemin gözlerindeki yaşmışım barut yanığında iz kadar uyumuş kalmışım dizlerinde ninni bilmez koca fillerin düşmüşüm üveymişim uzaklarda kalmış Tanrının elleri bildim bir sen severmişsin rençpermişsin daha doğuştan var olanı hayata savur dedi düşmüşüm aşkmışım gül takınca başına rakkasenin gecenin etekleridir zil çalan o zaman hece aruzun aklına şaşar yalnızlık uyutmaz kendi yan yatar düşmüşüm bu kaçıncı sabah uykumu çaldırmışım yedinci cüceye gitmiş satmış oda çirkin cadıya avuçlarımda kâinatın sığdığı tohumdun koca cennete karşılık bir dişlik elma |
bir dişlik elma...
‘’aşk’’
şeytanın yanlış aritmetiği
musevi’nin kedisi’ne
yedirirken elmayı
adem cepte
işin hikâyesi
-ki
dişlerken sulu kırmızıyı
şehvet
saçıyor muydu çiçeklerini...?
masumluğun
yırtılmış mıydı -sözde – perdesi?
ki
ateş sarmış mıydı tanrıyı ?–
çok suret değiştirdi akan sular
gelip geçerken / içinde yıkanan ruhlar