REİSSabah soğuğu yemiş, gelirdi denizden omzundaki yırtık ağ yirmi okkalık kıyafetlerini çıkarıp üzerinden sobanın başında kuruturdu pencereden limana bakıp türküsünü tuttururdu Mustafa reis bilmem ne ara büktü belini şu bulut tüccarı deniz! Reis elliyse evi elli reis yaşında ne tavan arasındaki fare muharebesi bitiyor ne de aralık ocak başında neyi yemek yapacağız telaşı gün ışığı emekçisi bilekleriyle mazideki hayalleri, dilekleriyle bulamasa da tencereye koyacağı aşı döndürür kendi çarkını reis döndürür anası, eşi ve çocuklarının çarkını zelzele ile fırtına sarmışsa da afakını gün doğmadan uyandığıyla sırtlar ve başka gezegenlere götürür belki de bunca yükü taşıdığından eğiktir üzerinde yaşadığı dünyanın ekseni belki de bunca yükü taşıdığından eski bir gemi gibi memlekettir bedeni denizden her gün küçük kızlar çürük oğlanlar çıkarır sellerden artakalan ve dizi dirseği yırtık üniformasından esmerliği görünür yüzü gibi kolları ve bacakları da oldukça vurgun yemiştir öğle güneşinden uzakta kaldığı günler eşinden lüküs ve şamandıra olmuştur arkadaşı esmerliği gövdesine uğramamışsa kalbinin aydınlığı vurmuştur dışarı memleketin sahibi kuş, dişi arı gün ışığı dahi bilmeyen kadın gözleyecektir sularını denizin ve aşınca uzak lacivert dağları uzanıp ağlayacaktır dizlerinde reisin şimdi himayesindeyken bu rüzgarın bu sesin şu asrın ihanetleri ortasında ekmeğini tuzunu hiç takmadan kafaya sen de baba demez miydin balıkçı Mustafa’ya! |