Aynadaki Soytarı. ( Her Yol Vuslata Çıkar )
Tüm kitaplar hayatı iki ölüme yazar.
Önü toprak salıncak, ardı aynalı mezar. Geçtiğim aynalarda bir hayal gölgesiyim Kasket, pabuç arası hiçliğin belgesiyim. Zamanı eskittiğim ruhsuzlar ütopyası, Canlı, cansız ne varsa birbirinin kopyası. Bilincimi doğrarken her gün bin bir biçimde, Ellerimi alkışlar bir soytarı içimde. Yalancı baharımda gerçek hazan benizi, Vurgun yedim dağlardan seyrederken denizi. Bir yangının rüzgârı şu kavuran serinlik, Derinliğimde boşluk, sığlığımda derinlik. Bir yol tutturmuşum ki, her kıvrımı kördüğüm, Aynaya her bakışta bir soytarı gördüğüm. Bilirim gök çökende taşıyamaz bu zemin, Tut elimden Habib’im, ya Muhammed-ül emin. Camdaki buhar gibi uçup gitse sığlığım, Tutup yakamı silkse kalan en son çığlığım; Uyan artık soytarı zaman hızlı, zaman dar. Kendine gel, toparlan bu yol nereye kadar? Bahar çeşnisi değil bu kızıllık gurupta, Kolay geçer zannetme kahkahaya vurup ta Nefsine ram olmuşsun, hayır bu sen değilsin. Eğilecekse başın, bir tek Hakk’a eğilsin. Nesnesi olmadığın çerçevenin malısın, Bir emanet gülüşün yıllardır hamalısın. Gözlerini emerken karanlığın gözleri, Kayboluyor önünde, gidenlerin izleri. Varlığın solgun camda uçmaya mahkûm buğu, Hicap rengi gülüşün dolduruyor boşluğu. Tenin ruhunda maske, ruhun teninde bir tül, Kendi kör sokağında faili meçhul maktul. Şu halinle yüz sürsen kıblegâhın yanmaz mı? İçine ateş düşmez, bir çıngı uyanmaz mı? Yollar vardı soytarı, boynu kör bıçaklarda, Güneşler uyuturdu urgan salıncaklarda. Yol ki; zaman adliye. Yol ki; menzili yargıç. Her başlangıç bir bitiş, her bitiş bir başlangıç. Sonbaharı son bilir aklı ermeyen beşer, Oysa zümrüt tohumlar toprağa güzün düşer. İşte şurası hendek, işte şurası bedir, Hak için hak diyenler, gördü Yaratan kadir. Gör ki incitmektesin Çanakkale ruhunu, Yapıştırtma yakana şahadet güruhunu. Onlar üveyiktiler, onlar ki sevda kuşu, En asil gerçek ölüm, en büyük servet huşu. Onlar ki sevdasına gömüldükçe susardı, Dövsen yakut akıtır, sövsen cevher kusardı. Çoğaldıkça öldüler, öldükçe çoğaldılar, Onlar aşk kadar güçlü, aşk kadar doğaldılar. Terk edilen akılsa; eşiğin ardı fizan, Görmek için göz lazım, anlamak için izan. Yollar vardır soytarı; yangınlara yel taşır, Yaran şah damarında, kirli tırnaklar kaşır. İçi boş beşiklerde yanık ninniler uyur. İhanetin gözü aç, aklın erdiyse doyur. Bebek kanı emiyor inlerde yarasalar, Damarında kanı yok, bulunmaz arasalar. Bir kızılca kıyamet gözlerdeki perdeler, Aydınlığa mum yakan şaklabanlar nerdeler? Karanlığa pervane sözde aydınlık yüzün, Her gün birkaç ocağı dinamitlerken hüzün. Selam diye çıldırır bilmem hangi dağlara, Hançer saplarcasına, en görkemli çağlara. İşte ihanet bu dur döşte saplı, kırık ok. Söküp kurtulmalısın, yas tutmaya vakit yok. Güneş vurunca başak, gün be gün solgunlaşır, Bilmelisin; başaklar yandıkça olgunlaşır. Her devrin ışıkları er geç söner de bir bir, Bir el tarihi kazır, bir el tarihe kabir. Gömülür bu dalgalar kendi derinlerine, Ayaklarıyla gider ölüler sinlerine. Eğreti ismi kaldı firavunun, büstünde. Dün toprak üstündeydi, bu gün toprak üstünde. Sair vuslat görece, sair sevdalar haram. Hakk’ı bulmayan sevda hüsrandır buram buram. Çok umut vermese, de senin şimdiki halin. Altın neslin atisi olmalı tek Nihal in. Uyanmalısın artık uyanıp görmelisin, “Bu yol benim” demeli, dimdik yürümelisin. Yürümek dedikleri; değil postu sürümek, Ayak yerde, baş yüksek, göz ufukta yürümek. Silkelen kalk soytarı, yürümek vakti şimdik. Budanmış selvi gibi çırçıplak ama dimdik. Vuslat dedikleri şey; iki çetrefilli yol. Bir çift ağlamaklı göz, bir çift yana düşen kol. İki ölümsüz gerçek, iki sır dolu nokta. Varlığında eriyip, vücuda gelmek yok da. Zamanın düzlemini iki noktadan bölmek, Biri doğmak ölüme, biri doğuşa ölmek. Kabir; ufkundan geniş. Kabir; pencerenden dar. Dilediğin yerden bak, tüm yol buraya kadar. Şimdi hesap zamanı… 2004-2011 |
Tebriklerim ve saygılarımla.