Utanç SaatiUtanç Saati Eskidiğini görmek hiç eskimezlerin Aynasında asılı kalmış bir çift göz sanki Baktığım her yerde ellerinin oyunbozanlığı Tarih neyi hatırlatır, neyi unutturur ki Sevişmenin artığıdır insan –kendi kilidinde – Bir dili olsa yaprakların Yağmura söylerler ne kadar ezildiklerini Şimdi yorgunluğa döşenmiş bir kapı Açmaya mı mecâl, çıkmaya mı heyecân Hangisidir rûya, hangisidir hayâl Geciken cumartesi günleri gibi kokunda su var Gün gelir anlatılır anlatılmaz denilen her hâl Üşenir zaman –üşür kendi başına – Gecikmişim kendime sen gelince Ötesini istemişim bizden sen bizle Siz orada bir uçkur kuyruğunda talihsiz öpüşmüşsünüz Öyle demişsiniz bir gece Artığı olmuşsunuz orospuluğun yalnızlığa gelmişken Orada duran, orada dursun artık demişim –kendimce -Şahlandım acıyla bir ölümü daha geçmemek için Sesini duydum başkasına değen sesini Öyle güzel vücudu vardı ki gözlerinin Bakışına şahane giyinilmiş yeni heyecan Beni öldüren o garipsi ân!- Kadınları solduran güz Adamları saydıran hüzün Ah bir de küçücük bir çocuk gibi yüzüm Sevişmeyi öğretmesinler bana! Evleri gezdikçe insanları gezdikçe Melekût ceplerimde insaân bayrakları birer isyân İçimden gelen, kırmızı mezar, hakkımı isterim sizlerden Utanç saatim; sevgilim, nasıl da dolanıyor yüzün yüzüme. Payanda |