Şiire İsmini Fısıldadım
sonra
aniden o tuhaf sızı yine geldi kalbim gıcırdadı hani hüzün gibi, ahşap bir merdivenden aşağıya inmek gibi diblerde bir yerde, karanlığın kıpırtısı gibi gözlerim ürperdi tuzun gölgesi canımı yaktı durmadan ağlıyordu içimdeki o hüzünlü imge alnımın ortasında duran tükeniş mevsiminden gelen o ah içimi sızlatıyor, dudaklarımı kurutuyordu ruhumu... sonra dışarı çıktım bilincimin molozlarından kurtulmam lazım doğduğum günden beri çok birikti bir susuşun, bir kuruyuşun ,alışkanlık yapan bir kederin ah bu dayanılmaz hafifliğin üzünçlü kutsallığı, ne kadar sevimsizdir eylüle serpiştirilen hayat hep böyle renksiz midir asırlardır aynı filmi seyreder gibi kente bakıp bakıp esniyordu ikindi güneşi sahipsiz bulutları yakalama sokağında dili damağı kurumuş bir yutkunmayla durdum haberin yoktu, sana susamıştım kalabalık telaşların üzerinde, sefil bir gökyüzü mesaisinin bitmesini bekleyen güneş zamanı umarsamayan pencereler, duvarlar işhanları, korna sesleri kimliksiz kayboluşlara karışmış karantinaya alınmış hayalleri iteate güdümlü beyincikleriyle insanlar hakkı düşleyen atmosfer durgunluğunda içlerini zifleştirmiş tekil acıları bahanelerine sakladıkları çoğul öfkeleriyle benden daha kaos , daha karmaşıktı yapayalnızdım sabır sabır Tanrım göğe baktım gözlerimin arayışı hani ner’de kuşlar olmalıydı halbuki daha demincek çocukluğumuz arkalarından koşturmuştu sandım ki öldüm mazimi taşıyan azrail ’daha değil’ demeseydi sonralarımı alıp kaçacaktım seni tanımadan ölmeye niyetim yok sonra seni öpüp kollarında uyanacaktım... Fotoğraf:Cüneyt Arıkan |