kadıköyBen miyim kalbini kafese koyan? Denize bakıyorum, Moda’dan Avrupa’ya uzanan güneş yoluna... Kızıl saçlı kadın çay içiyor yanımda, yayından fırlayan rüzgar saplanırken saçına… Ben miyim kalbini kafese koyan? Kaybedeceğini bildiğin iddiaya gözü kapalı girmektir İstanbul’da yaşamak… Kadıköy rıhtımına yanaşan vapurların ıslak güverte kokusuna uyanıyorum her sabah, katlanmış gazete misali kırışık tenim, açıyor okuyorum, yeni birşey yok bu sabah… Ben miyim kalbini kafese koyan? Evden erken çıkıyor, geçiyorum, durakta çocukları misali sarıldıkları paltolarıyla bekleyen insanların arasından.. Sabunla yıkanmış kaldırım, ama ben sevmem sabun kokusunu, parfüm kokusunuda sevmem, Gece kokusunu, balık ekmek kokusunu, karanlık rıhtım sokaklarının yalnızlık kokusunu, açlık kokusunu, eğlenen insanların kahkaha kokusunu, öpüşenlerin aşk kokusunu, rakı kokusunu, meze kokusunu, meyhane kokusunu severim. Boşuna değil meyhaneler sokağına yakın oluşum. Ben miyim kalbini kafese koyan? Bir kilisenin önünden dinliyorum ezan sesini, az yukarıda, bit pazarından gelen gürültüye rağmen duyuyorum tramvay sesini… Akşam trafiği kırmızı yılan misali sürünerek denize inerken, bir gün daha hayatta olmanın telaşı gözlerinde eve dönen güçlü yüreklere sahip insanların… Kadıköy enerjisini güneşten ve aydan alan sönmeyen fener… Yürüyorum, kendimi bildiğim tek yerde Kadıköy’de… |