Su
Saydam bir tenin ardından geçen ırmaklar,
ırmakların ıslak olmasının suçu olan su, ve şimdi suyun kaldırma kuvveti, senin öldürmeden acı çektirmen kadar suçlu... su gibi bir göz bu, içinde boğulduğum şey. su gibi bir saç bu, parmaklarımın arasından kayıp, kaybettiklerim... su gibi hızlı bir gidiş, su gibi berrak, ve ters yönüme akan bir kadına karşı, akıntıda kendini kaybetmek benimki... boğularak ölenlerin şehit sayıldığı bir dünyadan geldim. adım, lehte sularında temizlenerek verildi. söz verdim dönmeye ben, severek, giderek, ölerek... bir şekilde ama ne şekilde bilmiyorum. şimdi, bir dünyadan, bir diğer dünyaya, o dünyadan, dünya, dün, gittin ya... "aklım tozlu raflara dizili, olduğu yerden alıp, suyun içine bırakıyorum şimdi onu... ona iyi bak, su gibi, berrak..." açlık çeken zenci bir çocuğun yüzüne konan sinekler gibi, genelevde eski sevgilisiyle birlikte olmak zorunda kalan kadın gibi, belki de sadece olman gerektiği gibi, utanmalısın şimdi... ırmakları kirleten kanlı bir su gibisin, ismin, acıyı çağrıştıran bir geniş zaman eki dilimde. geçmiş zaman ekimiz, henüz geçmedi, henüz atlayamadık yeni bir çağ, akrep ve yelkovanın, günde hiç defa denk geldiği bir zaman bu, zaman bu, adı üstünde, sadece "zaman" "ilaç" değil ki... okyanus güzelliğinde bir su kütlesiydin, "denizleri birbirine karıştırarak bana geldin!" tekrar ge... harfleri yutkunabilsek ah... şimdi halka açık bir denizsin, şimdi yol kenarlarında birikmiş bir su birikintisi belki, belki gözlerimden akan yaşsın, hiç bilmiyorum.. üzerine basıp etrafa sıçratmamıştır belki seni kimse, falan.. ümit etmekte güzel şeydir, konu sen olunca... şimdi, ailesi tarafından terk edilen yaşlı bir kadın ağlıyor. biz, bir aileydik, dağıldık. şimdi sen, o yaşlı kadını terk edensin, bu defa ben, suyum.. yaşlı kadının elinde duran bir bardağın içinde... " gidiyorsun ve yerlere dökülüyorum ardından, çabuk dön diye.. anlıyor musun... " Onur Budak |