EY RANA-İ ŞİVEKÂRBal dili, hoş tavrıyla ey rana-i şivekâr Ufkumda parlıyorken neden birden batarsın Süzülüp sülün gibi sarayımda cilvekâr Gezerken Nur-u ayn’ım kaşlarını çatarsın Vuruldum gül saneme gördüğümde düşümde Zühre’ydin şafağımda, bad-ı saba döşümde Dilden düşmedi ahlar baharımda, kışımda Ey dilber-i cennetim hep burnumda tütersin Devr-i nurun içinde ölmez âşık ben iken Yâr, kürek kemiğimin içindeki yen iken Hayatımın gayesi tadım tuzum sen iken Ne ettim ki aşıma kanlı yaşın katarsın Bilinmez diyarlarda gizemli tek ecemsin Ruhumu cam fanusta tutsak eden gecemsin Çözmeye uğraştığım en zorlu bilmecemsin Neden çizip üstümü bir kenara atarsın Gördüm güzelliğini sendeki o saf gende Masmavi gökyüzünde bana yasak bölgende Işıyorken yıldızlar mutlulukla gölgende Dolunaya sarılıp bulutlarla yatarsın Divane gezinirken aç kaldım, taş yaladım Mısra mısra şiirler nakşedip oyaladım Gönlümün atlasını rengârenk boyaladım Belagat-ı fasihle; sense beni satarsın Bu bir sevda öyküsü gönlüm orada ırgat Yar işvenle, nazınla erimeden katbekat Vermeden son nefesi; bitmeden sabır, sebat Son bir umut, yetişip, ellerimi tutarsın Güneri Yıldız (Elazığ, 02.04.2012) |